İçeriğe atla

Yasam - 5. sayfa

Kendi Haberini Haber Yapan Gazeteler

Kedi bir yerini görmüş diye başlayan özlü bir sözümüz var. Hürriyet, Milliyet gazeteleri bana hep bu sözü hatırlatıyorlar. Birgün yazdıklarını diğer gün ‘aha biz bunu yazmıştık’ diye haber yapan gazete insanları onlar. Yazdıkları gazeteyi nasıl yazdıklarıyla ilgili gazete çıkartırlarsa emin olun şaşırmam. Çok bilgili ve ilgili Ertuğrul Özkök efendi bugün köşesinde hürriyet gazetesinin manşetlerini neden değiştirmediklerini Manipüle eden bile yok başlığıyla yazıyor, sanki çok matah bişey yapmışlar gibi. CHP-DSP birleşmiyor, biz söylemiştik diye manşet atıyorlar. DYP-ANAP kanka çıkıyorlar biz söylemiştik diyorlar. Hürriyet gazetesinin sol cenahın birleşememe teorilerini aralarındaki anlaşmazlıkla doğrulamalarını duyurdukları manşete bakın:

Hürriyet manşet
Kendi kendilerinin haberini yapan bu en delikanlı ve en harbi gazeteler nedense bir günden bir güne kendi patronlarının haberlerini yapmıyorlar. Bakın Aydın Doğan amcama çok sevdiği gazeteciler birşeyler sormaya çalışıyorlar:Ne hikmetse muhabirlerini özel askeri gibi karşıtlarının üstüne salan patron, kendisine gelince ‘Bana tirajları sorun’ gibi komik bir cevap veriyor. Efendi baba tirajları sana niye soruyum, yayın yönetmenin var basım işleri müdürün var, dağıtım şirketleri var, onlara sorar öğrenirim. Seninle oturup Türkiye siyasetini, politikasını ve yönetimini konuşacağız. Türkiye’de sebep olduğunuz karışıklıkları, oynadığınız oyunların üstünü altını konuşacağız. Aldığınız ihalelerin üstünü kapatmak için, attığınız manşetlerle hükümetleri nasıl gırtlakladığınızı konuşacağız. Kurtlar Vadisi Pusu bir geldi, pir geldi. Medya patronlarından, Türkiyenin karanlık yüzünü oluşturan ve hepimizin çok iyi bildiği(!) bazı ünlü ailelerin karanlık yüzünü o kadar güzel anlatıyorlar ki, bu ailelerin gerçekte kimler olduğunu ve neler yaptıklarını az çok bilenlerimiz diziyi izledikçe sadece boşlukları dolduruyor… Geçen haftaki bölümünde çok güzel bir sahne vardı. Gazete muhabiri (muhbiri) Polat’ın hapishane aracından inerken fotoğrafını çekiyor ve gazetesine teslim ediyor. Resimler gazete patronunun eline ulaşıyor ve orada patron çok güzel bir söz söylüyor: ‘Resim yırtılmaz, eskimez koy arşive zamanı gelince kullanırız.’

Medya patronu olup ülkeyi dolaylı yollardan yönetmek varken, niye milletvekili, bakan, başbakan olup topun ucuna koysunlar kendilerini, değil mi? Eleştiri insanlar arasında en güçlü silahlardan birisi. Karşınızdakini eksikliğiyle vurduğunuz kadar güç kazanırsınız. Eleştirerek dediklerinizi eski devirlerde köleleri kırbaçlaya kırbaçlaya iş yaptırdıkları gibi bu devirde hükümetlere iş yaptırabilirsiniz.

Medya patronlarıyla (Kurtlar Vadisi terminolojisiyle ‘medya baronlarıyla’) ilgili yazacak çok şey var. Yazmak bişeyi değiştirmiyor çünkü milletimiz, bu gazeteleri ağzı açık okuyup her yazılana inanarak o gazetelere verdikleri gücü farketmiyor. Her yeni haber, daha da güç kazandırıyor. Bir bakıyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı seçimi zamanı geldiği zaman Milliyet diye bir gazete Türkiye şöyle şöyle yapmalıdır diye beyanat verebiliyor. Bir bakıyorsunuz, Genelkurmay başkanlığı açıklama yaptığı zaman Hürriyet diye bir gazete lafları sündüre sündüre demokrasinin kalbinin dibine soku veriyor.

Gazetelerin İnternette Yaptıkları Anketler Reel Kabul Edilemez

Bu gazeteler bir anket yapıyorlar, dillere destan. ‘Sonuçlarını birazdan açıklıyacağız’, ‘mutfakda pişiyor az sonra geliyor’ diyorlar ama sonuçlarının neye göre tespit edildiği belli değil. Hürriyetin, Milliyetin anketlerinin sonuçlarının nasıl değiştirilebileceğini buradan anlatabilirim ama lüzumu yok. İnternet üzerinden yapılan anketlerin reel kabul edilmeceyeceği gerçeğini kendileri bilmiyor olabilir ama yerine getirdikleri misyonla ABD’deki abi kuruluşlarıyla aynı işi yapan gazeteler, internetten anket yapmanın adabını öğrenmiyor. ABD’de internetten herhangi bir anket yapıldığı zaman öncelikli olarak şu açıklama yapılır:
This is not a scientific poll. (Bu bilimsel bir anket değildir.)

Ne demektir bu? Anketimiz internet ortamında yapıldığı için bilimsel verilere ve bilimselliğe uygun metodlara göre gerçekleştirilememektedir. Peki bunun meali nedir?
Bilimsel bir anket genelin yargılarını ifade edebilmesi için, her kesimden insanın katılımıyla gerçekleştirilmesi gerekir diğer bir deyişle homojen olmalıdır. Her yaş halkasından temsilciler olmalıdır, her meslekten kişiler olmalıdır ki halkın gerçeklerini yansıtabilmeli. Türkiye’de internet kullanıcıları toplumun hangi bölgesini temsil ediyor? Köydeki çiftçinin bu anketten haberi var mıdır? Oy kullanmış mıdır? Kullanmamıştır. Karadenizdeki balıkçının bu anketten haberi var mıdır? Oy kullanmış mıdır? Kullanmamıştır.

Hürriyet gazetesinin, Milliyet gazetesinin, Habertürkün yada X yayın grubunun internet üzerinden anket yapması doğru mudur? Bu doğru olsa bile bunu ‘Bu anket bilimsel değildir‘ ifadesini kullanmadan yayınlaması doğru mudur? Siyasetin göbeğinde yatıp kalkan YÖK profesörleri cevaplamalıdır. İstatistik profesörleri, Türkiye’yi yaptıkları manşetlerle ve haberlerle etkileyen bu yayın kuruluşlarını yaptıkları hatalarla ilgili uyarmalılar.

Yeri gelmişken Habertürkden birkaç anket manşeti ekleyelim yazıya renklilik olsun:

habertürk cumhurbaşkanlığı anketi
habertürk anket
Seçilen resim de eşine yer verilmesi garip bir rastlantı değil mi? Ha bi de milli piyango çekilişi yapıyorlar, ‘tıklayın kazanın büyük ikramiye 5 milyon’… Şaka gibi insanlar, şaka gibi olaylar ve devir 21. yüzyıl.Geriler ve gericiler gazete çıkartıyor, köşe yazarı diye ortaya atılmış (Emin, Fatih ve şu anda hatırıma getirmek istemeyip yazamadıklarım) aydınlar kendi gölgelerinde dans ediyor sahip oldukları mal varlıklarının kaynağını bile açıklıyamıyorlar ama hala dinleniyorlar… Biz de haydi Türkiye ileriye diye ufuk çizgisini gösteriyoruz. Hadi bakalım hep ileri marş marş…

Cumhuriyet Mitingi

Özür diliyorum… Kendime hakim olamayıp yine bu konularda yazacağım için özür diliyorum… Vakit kaybı olduğu için ve yazacaklarımla okuyanların da vaktini alacağım için özür diliyorum… Ama dayanamıyorum.

  • Hemşerim olmasından utanç duyduğum, Deniz Baykal gibi bu ülkede taş üstüne taş koymamış bir adamın, ‘Çatışmaya sürüklenmemiz kaçınılmazdır’ diyerek hem ülkenin bütünlüğünü, hem milletin huzurunu dinamitleyen konuşma yapmasına dayanamıyorum!
  • Askerimiz veli nimetimizdir, her türk bir askerdir ama Genel Kurmayın, ‘tarafız’ diyerek devlet erkanında alt-üst bilmeden, bağlı olduğu Başbakanlık kurumuna Cumhuriyet kurulduğundan beri o makamı hiçe sayan beyanatlar vermesine DAYANAMIYORUM!
  • Görevde kaldığı süre boyunca önüne gelen herşeyi veto eden Necdet Sezer, görev süresi bittiği zaman ‘Cumhurbaşkanının yetkileri çok fazla sınırlandırılmalı’ gibi akıl, mantık ve izanın alamayacağı bir söz söylemesine, söylediği diğer sözlerle birlikte DAYANAMIYORUM
  • Kenan Evren gibi ülkeye 10 yıl kaybettirmiş, Süleyman Demirel gibi yaptıklarıyla, sözleriyle Türkiye’ye asır kaybettirmiş insanların, bu ülkenin Saygı Değer devlet büyükleriymiş gibi konuşturulmalarına, onların sözlerinin içtihad gibi değerlendirilmeye çalışılmasına DAYANAMIYORUM
  • Gazete adı altında olan SAHİBİNİN NE OLDUÄžU BELLİ OLMAYAN BİR KURUMUN (Milliyet Gazetesi) gerginliği çözmek için vatanseverlik adı altında ‘erken seçim‘ çağrısı yapmasına dayanamıyorum.
  • Koyun değiliz çakal olduk diyen milletin halen koyun gibi her söylenene inanmasına ve duyduklarını kendi gözleriyle teşhis etmeden her duyduğuna tavır almasına, DAYANAMIYORUM.

Daha liste uzun ama dayanamadığım herşeyi buraya taşıyıp sabrınızı test etmek istemiyorum. Volkan, bloğunda Ankara Tandoğan’da o gün kaç kişi vardı? diye bundan önce bilgisayar ortamının bu hesaplamalarda kullanıldığını görmediğim benim için faydalı bir yazı yazmış. Onun hesabına göre Ankaradaki mitinge katılan sayı 1.5 milyon, yazısına yorum bırakan Cemil Aksüt’ün hesabına göre sayı 300.000
Cemil Aksüt diyor ki:
24 Nisan 2007 (1 hafta once), 22:40 tarihinde

Yazıyı hazırlayan arkadaş gayet bilimselâ€?(!) bir yöntemle tandoğan mitingine katılanların sayısının bir milyondan çok daha fazla olduğunu ispatlamış. Ama bilerek veya bilmeyerek atladığı bir gerçek var ki hesabın öyle olmadığını ispatlıyor.

Arkadaşın resimlerinden birisinde miting alanının ortasındaki metro durağının alanı 400 m2 olarak belirtilmiş. Kendisinin verdiği bu bilgiyi sınırlarını yine kendisinin çizdiği miting alanını ölçmek için kullandım. Aşağıdaki resimde görebilirsiniz ki hesap öyle değilmişâ€¦

http://www.geocities.com/cemilaksut/mitingdeki_abartamanin_tescili.JPG

Bu alana, oldukça da bonkör davranarak, taşırarak falan tam 127 tane 400 m2 sığdırdım. Şimdi çarpalım: 127 * 400 = 50.800 m2. Peki yazıyı hazırlayan abartmacı arkadaşın bulduğu rakam kaçtı: 1.874.000 m2. Alicenaplık yapıp bir de indirime gitmiş: 1.406.000

Oysa bizim hesabımıza göre metrekareye dört kişi bile sığdırsak: 50.800 * 4 = 203.280 kişi eder. Yüzde elli (!) de hata payını ekleyelim, etti mi 300.000 kişi. Hesap açık.

Yani netice şudur ki yazıyı hazırlayan arkadaşın ya matematiği zayıfmış veya duyguları aklını esir almış. Çevresi belli bir bölgenin alanını hesaplamak için eşit çevre uzunluğuna sahip bir kareyi baz alamazsınız. Alırsınız da hesabı yanlış yapar, üçyüz bini bir buçuk milyon yaparsınız, mahcup olursunuz.

Cumhuriyet mitingi Türkiye’de yaşayan herkesin demokratik hakkı olduğunun bir göstergesidir. Ama benim anlayamadığım bir husus var, bu aktivitenin adı neden Cumhuriyet mitingi? Son zamanlarda yazdığım yazıların hepsinde dile getirdim, Türkiye’nin cumhuriyetliğine karşı hiçkimsenin itirazı yok. Laikliğine kimsenin hiçbir itirazı yok. Demokratikliğine hiçbiri itirazı yok. Peki bu isim nedir? Türkiye Cumhuriyeti bırakıp, monarşizme mi geçiyor? Ben Cumhuriyet mitinginin neden adının o şekilde seçildiğini söyliyim. Başka bir isim bulamadıkları için. Laiklik Mitingi deseler, ortada birşey yok, Demokrasi Mitingi deseler miting alanında buluşabilmeleri Demokrasinin en bariz göstergesi. Ne kalıyor geriye, halkının kendi kendi yönetebilmesi manasına gelen Cumhuriyet. Erbakan zamanında şeriat çıngırağı vardı, aklına her esen o çıngırağı sallayıveriyordu, herşey ters düz oluyordu. Şimdi şeriat desen şeriat değil, laiklik desen laiklik değil, bahane bulunamıyor. Ortada olanan adını ben söyliyim mi? Herkes kendi istediği gibi birisinin gelmesini şart koşuyor ve zorunlu olduğuna inanıyor. Bunun bir yanı da, din ve dindar düşmanlığı. Bunu kimse açık yüreklilikle dile getirmek istemiyor. Korkulan bir din fikri, camlardan pencerelerden kovuluyor ama ne olduğunu bilen yok. Maalesef 1990 yılından itibaren, Türkiye’de bir kısım: dinsizleştirme yada dini reformize ederken Hristiyanlardaki gibi bozmanın adına laiklik, dindara düşmanlığın adını cumhuriyet, dindarların yaşam alanlarına yaşama çabasına şeriat diyor. Dindarların eğitim hakkı rejime saldırı, kendilerince yaptıkları kutlamalar Atatürk inkilaplarına saldırı oluyor.

Türkiye’de sadece ‘elhamdülillah müslümanız diyip rakı kadehlerini tokuşturanların’, ‘anneannesi gibi başörtüsü takacakların’ yaşayacağını söyleyen bir güruh çıktı. Benim onların bunları yapmasına bir sözüm var mı? Kesinlikle yok, olmadı, olamaz. Herkes kendi hayatını başkasının özgürlüğüne tecavüze kalkmadığı müddetçe sonuna kadar yaşar. Ama burada başka birisinin özgürlüğüne tecavüz var çünkü şart koşma ve hüküm koyma var. İstanbula geldiğim zaman otobüsde yanına oturan kapalı bayan çocuğunu sevince, onun yanından kalkan bayan gördüm. Bu ülkeyi top yekün biz kurduğumuz halde bir kesim diğerine öcü ve tiksinç bişeymiş gibi bakıyor ve onların yaşam haklarına gericilik, şeriat, rejim düşmanlığı akla gelmez envai türlü lakaplar takıyor. Atatürkçülük, bu şekilde algılayanların eline düştüğü için, bunun böyle olmadığını düşünen dindarlar Atatürke düşman olarak değerlendiriliyor.

Dün Kanald vidyolarında mitingden çekilmiş bir sahnede bir teyze şöyle söylüyor: ‘Bu başörtüyle cennete gidilmez bu kafayla cehenneme gideceksiniz!’. Bunun tersini yani başı örtülü olmayanlar cehenneme gidecektir diyenler televizyonlarda bas bas ‘gericilikle’, ‘irtica’ ile suçlanırken bu teyzenin sözlerinin zafer havasında aktarılması nedir? İkili oynamak, taraflı yayıncılık değil midir? Kanal D, Show TV, ATV ve emsallerinin neye hizmet ettiğini Nihat Genç konuşmalarında çok güzel ifade ediyor.

Konu başlığı Cumhuriyet Mitingi… Cumhuriyet Mitingini, 71 milyonluk ülkenin 71 milyonu katılmışcasına yansıtan ve günlerdir haber yapan medyayla ilgili çok büyük sorunum var. Nedir? Hepimizin karşı çıktığı; PKK’nın siyasi ayağı olan partilerin yaptığı aktiviteler çerçevesinde bir miting düzenledikleri zaman, otobüs otobüs insan taşıdıklarını medya bas bas bağırıyor. O aktivitelere katılanların yerli değil ithal olduğunu anons ediyor. Cumhuriyet Mitinginde çevre illerden, ta Mersinden, Adanadan, Antalyadan, CHP merkez ve gençlik kolları aracılığıyla insanlar taşındı. Hatta Ankarada katılanların birçoğunun, İstanbula da getirildiği düşünüyorum. Bunlar niye seslendirilmiyor? Mahşeri bir kalabalık olduğu ve fikirlerini savunan insanların güzel bir eylem gerçekleştirdiği herkesin kabulü. Ama bu aktiviteler diğerlerinden niye ayırt ediliyor ve böyle bir izlenim oluşturuluyor? Bu ülke 81 iliyle bir bütünse, Cumhuriyet Mitingi organizatörlerine bir soru: Türkiye’nin en büyük şehirlerinden birisi kabul edilen Konyada niye yapmıyorsunuz bu mitingi? Çevre illerden getirdiğiniz insanlarla toplum üzerinde 71 milyonun sesiymiş etkisi yapmaya ve göz boyamaya devam edebilirsiniz. Bu aktivitelerin sonraki durağı İzmir miş. Bakın nasıl İzmir’in etrafındaki 10’larca şehirden 10ar 20şer otobüs kaldırıp insan yığıyorlar.

Son sözler; ben hepimiz için bir Türkiye’nin olduğuna inanıyorum. Hepimizin farklı düşünceleri, inanışları, fikirleri ve yaşama bakış açımız olsa da; BİR olabileceğimize inanıyorum. BİR olarak bütün olacağımıza, birşeyler yapabileceğimize inanıyorum. Sağda solda yorum bırakan; ‘Cumhuriyetçi gençler’, ‘Atatürkün kızları’, ‘laikliğin bekçileri’ gibi altı bomboş, kıstası belirsiz milletimizi ikiye, üçe, beşe, ona ayıran kavramlar yerine: farklı yönlerimizi göz ardı eden; aynı dil, aynı din, aynı millet, aynı ülke çocukları olduğumuzu ortaya çıkaran bizi birleştiren ve bütünleştiren ifadeler kullanılmasını rica ediyorum.

Asker YÖK ve Cumhuriyet

Türkiye’yi kurtarıcam ya artık hergün siyaset, politika gibi bizi yıllardır meşgul eden ama bir yere ulaştırmayan konularda yazılar yazıyorum. Bugün de kendimi tutamayıp bişeyler yazacağım. Bugün çok değerli bir arkadaşımla ‘Hadi Bakalım Asker’ yazısında bahsettiğim konuları değerlendiriyorduk. Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan kaos ortamı… Ülkenin istikrarına güvenerek gelen yatırımcılar üzerinde bırakılan ‘bu ülkede asker her an bişeyler yapabilir’ izlenimi ve dahası… Ama kendisi çok güzel bir noktayı belirtti. Şöyle ki; Tayyip Erdoğan başbakanlık binasında yada mecliste ‘parti olarak şunu şu şekilde yapmayı kararlaştırdık’ yada ‘şöyle bir icraat yapmayı düşünüyoruz’ diye bir açıklama yapıyor. Gazeteciler bu haberi kaydettikten hemen sonra Genel Kurmay başkanına yada askeri yetkilere sahip kurmaylara gidip yada bir şekilde denk getirip, ‘Başbakan böyle böyle dedi, nasıl yorumluyorsunuz efendim?’ diye sorular yönetiyor. İnanın şu anda geçici olarak yurtdışında yaşayan bir milletdaşınız olarak bana şaka gibi geliyor. Amerikadaki ve yurtdışındaki devlet yönetimi ve uygulamaları gördükten sonra bu durum gerçekten inanılmaz. Amerika, Irak savaşında başarılı olamadığını geçtiğimiz aylarda Bush tarafından dile getirdi. Yaklaşık bundan 4-5 ay evvel Bush ne yaptı? Amerikanın Irak savaşını yöneten komutanı işten attı. Evet Türkiye’ye dönüp baktığınız zaman inanılmaz gibi geliyor, televizyonlar aynen bu tabiri kullandı: fired (işten kovuldu) Askeri heyetten bir kişi bile gıkını çıkarmadı yada çıkaramadı çünkü gerçek demokrasilerde ülkeyi, elinde silah ve cephane gücünü tutan asker değil, millet yönetir. Çağlayanda toplanacakların bilgisi olması için buna ‘CUMHURİYET‘ denir. Sizin yaptığınız gibi emekli bir askerin organize ettiği ve kimsenin telaffuz edemediği görünmeyen kışla desteğiyle yapılan mitinglerle Türkiye Cumhuriyetinin temeli dinamitleniyor.

Şu anda asker, emri altında bulunduğu Başbakana ve dolayısıyla millete rest çekti ve biz tarafız dedi. Bunu bir kenara bırakın, YÖK ve üniversitedeki bilim adamları (!!) askerin yönetimi eline almasını talep etti. Ankaradaki bir grup, askerin yönetimi almasını istiyor, yarın Çağlayanda bu yönde sloganlar atılacak, medyada sanki orada toplanan 100.000 kişi 70 milyonu temsil ediyormuş, bunu gibi manşet manşet gündeme taşıyacak. Buna inanmak mümkün değil. Kendince çoğunluk olduğunu düşünen bir topluluk, askeri güç kullanarak toplumu dikte etmeye çalışıyor. Neymiş laiklik tehlikedeymiş, neymiş 10 tane başörtülü kız 23 nisan kutlamalarında şarkı ve şiir okumuş. Bu insanların gericilikleri, örümcek kafalılıkları damdan aşmış, dağları geçmiş, inanamıyorsunuz. 5-6 yaşındaki kız çocuklar rejim mi değiştirecek? Ayrıca bu rejim dediğiniz şey sizin menfaatler ağı içine aldığınız bir güç manzumesi olmasın sakın!… Vatanseverlik dediğiniz şey balolarda tükettiğiniz millet vergileri olmasın sakın? Türk Hava Yollarının kurban derilerini toplaması kampanyaları için yapılan baskıları hatırlıyor musunuz? Kurban derisi toplayan camileri ‘basmak’ suretiyle ellerinden alınan kurban derilerini ve bunların nerede kullanıldığı bilinmeyen para havuzlarına aktarıldığını hatırlıyor musunuz? Hayatında kurban kesmemiş kimselerin basbas bağırıp kurban derilerini THY için toplatmaya çalışmasını hatırlıyor musunuz? Aczimendi diye mağarada yaşayıp yaşamadığı belli olmayan bir grubun, 1-2 hafta gibi bir süre içinde İstanbulun bütün camilerinde hu-hu çekip, ondan sonra bu grubun liderinin Fadime Şahin diye bir isimle bir ilişkisi ortaya çıkması Ali bilmem ne diye bir şeyh bozuntusunun bişeylerinin ortaya çıkması, ve bunların bir senaryo gibi ard arda gelişmesi, bunların arkasında dönen dolapları, düzmece olduğunu ve hepsinin bir kaynakdan yönlendirildiğini göremiyor musunuz?

Burada yani Amerikada üniversitelere gittiğiniz zaman; kampüslerde, koridorlarda, öğretim görevlisi odalarında, kütüphanelerde, yemekhanelerde ne kokuyor biliyor musunuz? BİLİM! Buraya ilk geldiğim sıralarda üniversitelerde olan işleyişi 1-2 hafta aradan sonra USA’dan devam başlıklı yazımda anlatmıştım. YÖK başkanı Profesörün (Tez…) kendi alanında ortaya koyduğu kayda değer bilimsel doğru dürüst bir tane makale yok. Hakeza devamlı konuşup gündem kaplayan profesör kalıplı kimselerinde içinde hava gazından başka bişey yok. Az çok üniversite tedrisatı görmüş birisi olarak, amacım hocalarıma saygısızlık etmek değil. Ama Türkiye’de Profesörlük ünvanı o kadar basit ki, onu buraya geldiğinizde anlıyorsunuz. Bunu Türkiye’deki profesörlerde çok iyi biliyor ama siyasetten, devletten konuşmak çok daha kolay geliyor. Hadi git laboratuara, biraz araştırma yap be adam diyince bi bakıyorsunuz hayıflanmaya başlıyorlar. Cem Yılmaz tabiriyle, ‘ne oldu bilim adamı kurudun kaldın’ derler adama.

YÖK, üst düzey öğretim üyeleri ve mason locaları arasındaki gizli üçgen ilişkilerine hiç girmeyelim bile. Türkiye’de önünü kestiremeyen bütün komplo yazarları söyledikleri sözleri bir yere vardıramamayı gururlarına yediremedikleri için, komplo teorilerinin vazgeçilmezi olan, X bilinmeyeni ‘Masonları’ hedef alırlar. Ama ben üniversite öğretim üyeleri ve mason locaları arasında birebire yakın ilişkiler var dediğimde, bir yerimden element uydurmadığımı bu yazıyı okuyup o noktalardan geçen, asistanlık almak için, doçentlik almak için, profesörlük almak için mason localarının aktivitelerine katılmaları şart koşulan değerli beyinler çok iyi anlayacaklardır. ‘Asistanlık almak istiyorsan Lionsun düzenlidiği şu baloya gelmelisin, orada sizin departmandan bir sürü öğretim üyesi de olacak’, ‘Doçentlik almak istiyorsan Rotary klubünün düzenlidiği şu etkinliğe gelmelisin, yoksa alman biraz zor olabilir’. YÖK’ün, en çok oyu aldığı halde rektörlüğüne veya dekanlığına onay vermediği üyelerin sahip olmadığı özellikleri ve ilişkileri ve onların bu noktalara atanmamasının nedenini şimdi daha rahat anlıyabiliyor musunuz?

YÖK ve hükümet arasında, hükümetin açmaya çalıştığı üniversitelerle ilgili restleşmenin sebebi ne acaba? YÖK’ün o üniversitelere yukarıda belirttiğim ilişkilere sahip öğretim üyeleri yerleştirememe durumu bunun arkasında yatan neden olabilir mi? YÖK’ün tüzel kişiliğinin arkasında yatan daha bir sürü nokta da var ama onları da kendime saklıyım.
Velhasıl, TV’ye çıkıp maval okuyan sayın birşeyler, siz kime ne anlatıyorsunuz? Diğer bir velhasıl, vatanını gerçekten seven vatansever arkadaşlar: Kimlerin düzenine alet oluyorsunuz sorusunu cevaplamadan, etraflıca değerlendirmeden birilerinin yanında yer almayın… Safiyane ve tertemiz düşüncülerinizle hemen her gördüğünüze kapılıp gitmeyin… Her sakallıyı dedeniz sanmayın, pusular var, kurtlar çok…

Hadi Bakalım Asker

Hadi bakalım, yürüttürün tankları… Yeniden çalsın 28 şubat marşları, ülke 10 yıl gerilesin, yılbaşı maytapları yansın, saatleri geri alıyoruz… Newyork Times genelkurmayın muhtıra gibi (milliyet böyle tabir ediyor) açıklamasını dünyaya şöyle duyuruyor:
Devlet başkanı (president – cumhurbaşkanı) seçimlerinden rahatsız olan asker, yönetime el koymakla (darbe) tehdit ediyor.
Her 10 yılda bir kutladığımız ‘asker yönetime el koyar’ bayramının kutlamalarına hoş geldiniz. 5.sini düzenlediğimiz geleneksel darbe etkinliklerimizin bu seneki nedeni cumhurbaşkanlığı!… Rejim halkın mı yoksa rejim rejimi isteyenlerin diktesi mi, bilinmez ama tam senesindeyiz. Darbe ihtiyacımız depreşti yine… 2 yıl önce darbe arayışı içinde olanların aradığını ama bunu sonuçlandıramadıklarını dile getiren noktalı dergiler kapatıldı. Meğerse bu seneki kutlamaları 2 yıl öne alıp eğlencelerin tadını kaçırmaya çalışanlar varmış. Cık cık cık, ayıp ettiniz darbe yapacaklar sırasına geçip sıranızı bekleyin.
Milliyet gazetesinin haber sayfalarına yorum bırakmak niyetiyle yazıp sansüre uğrayan bir vatandaş ne güzel söylemiş:
Asker, 20 yıldır kan ağlatan terörü bitirdiği için can sıkıntısından artık siyasete karışarak ülke yönetiyor. Siyasette olan herşey askeri ilgilendiriyor çünkü siyasette olan herşey rejimi tehdit ediyor.

Ne rejimmiş be yaw!.. Bizim mahalledeki bütün yengeler bıraktı rejimi, asker hala rejim yapmaya devam ediyor. Herşeyin laiklikle ilişkilendirildiği, yere tükürseniz ‘laikliğe hakaret’ suçundan hapise atılacağınız bir ülkenin evlatlarının dedelerinin, 90 yıl önce canlarını dişlerine takıp tek bir yürek olarak kurtuluş savaşı verdiklerine inanabiliyor musunuz? Laikçiler, dinciler, solcular, sağcılar, ülkücüler, türkücüler, arabeskciler, popçular: 70 parçaya ayrılmış tam 70 milyon insan. Tam yutmalık lokma, ağızdaki lipazla 70 parçaya ayrılmış ülkeyi sindirmek için midedeki hidro klorik aside gerek var mı? Dış güçlerin bombalayıp savaş gücüyle parçalara ayırmaya değil, aramızı daha da bozup kavgayı şenlendirmeye meyilleri var.

Unutmadan, İstanbulun bir yerlerinde yeni bir cumhuriyet mitingi varmış. Türkselde çalışan adını hayatımda duymadığım vatansever bir hanımefendi benim emailime en spaminden miting davetiyesini gönderme nezaketinde bulunmuş. Açın gümrükleri, Amerikadan ilk uçakla ‘cumhuriyetin kelime manasını bile bilmeyenlerin oluşturacağı bu topluluğa’ katılmaya geliyorum. Bakınız türk dil kurumu ne demiş cumhuriyet için:
Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimi.

Cumhuriyet mitingi adı altında yapılan boy gösterisinin bu kelimeyle uzaktan yakından alakası var mı? Yok. Yakınlık arayan var mı? O da yok, kim takar burası ‘made in Turkey’ burdan çıkış yok. Bu mitingi düzenleyenler ne talep edermiş? Cumhuriyet. Türkiye’de cumhuriyetin işleyişinin önünde en büyük tehlike kim? Zor bir soru, çalıştırın saksıyı.

Mersinden Ankara’daki Cumhuriyet mitingine giden bir arkadaşımdan, Cumhuriyet mitinginin organizatörleriyle organik bağı olan CHP’nin gençlik kollarıyla ilgili anlattıklarını dinledim. ‘Şu karıya bak hiç pas vermiyo’, ‘ankaraya gezi varmış diye otobüse binip yanlış otobüse bindiğini ankaraya gelince anlayan üniversite öğrencileri’ daha neler neler maydonuzlu partiler. Tabi miting meydanında, Türkiye Cumhuriyeti başbakanına; ampül tayyip denmedi. Gazeteler yazmadı ya, bunların hiçbirisi orada olmadı, vatansever 100.000 ler hiçbir siyasi harekete bağlı olmadan, vatanseverliklerini sergilediler ve döndüler evlerine. Külahıma anlatın siz onu.

Bu yazdıklarım, okuyanların ön yargı birikmiş beyin damarlarında açılma etkisi yapacak mı? %1 ihtimal ama insan başka kıtada olsa bile, ülkesinde oynanan saçmalıklardan rahatsız oluyor, üzülüyor böyle dışa vurmak istiyor. Ufku genişleyemeyen ama lafa geldiği zaman kıtalar arasında köprüyüz diyip kendilerince ilkokuldaki gibi denizle gökyüzünü birleştiren ufuk çizgisi ressamları ile bu ülke daha yerinde çok sayar.

Çok konuştuk açın yolları şimdi sıra tankların… Benim verdiğim vergilerle alınanlar var ya onlar işte… Ama şoförünü tercih etme hakkım yok çünkü burası bir Cumhuriyet…

Not: Türkiye’nin bu karanlık ve puslu vadisinde yaşananları anlattığım bu yazıdaki bütün kişiler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. (Kurtlar Vadisi Pusu)

Adnan Oktar ve Bilim Araştırma Vakfı (BAV)

20. ve 21. yüzyılın en büyük intikam ve katliam aracı medya oldu olmaya devam ediyor. Bunu ister şu anda yazmakda olduğum satırlara alet ettiğimi düşünerek değerlendirin, isterseniz de gerçek bir izlenim olarak algılayın. Can alıcı bir örnek olarak gözlemlediğim vereceğim örnek bu ifadenin arkasında yatan temel düşünceyi daha iyi yansıtacaktır umarım. Türkiye’de kime sorsanız Amerika’nın Irak’ta olması insanlık adına büyük bir suçtur ve zulümdür. Ama buraya, şu anda içinde yaşadığım Amerikan toplumuna gelip sokaktaki vatandaşlara “Amerika’nın Irak’ta olması hak mıdır değil midir” diye sorsanız alacağınız cevap “Amerika Irak’a demokrasi götürüyor, biz onların demokratik hakları için savaşıyoruz” olacaktır ve bununla aslında büyük bir iş başardıklarını ifade etmeye çalışıyorlar. Şaşırıp kalıyorsunuz, sizin apaçık gördüğünüz gözlemlediğiniz gerçekleri bu insanlar göremiyor. Neden? Türkiye’de çok genel bir söylem var, ‘Amerikalıların yarısı aptal diğer yarısı da obez’. Alakası yok. Bu cevabı almanızın en büyük nedeni, bu insanlar akşam evlerine gittiklerinde, kendilerine saatlerce TV kanallarında medya patronlarının insiyatiflerine göre yürüttükleri büyük bir kampanya sunuluyor. Amerika’ya ilk geldiğim sıralarda haberleri izlediğim zaman gözlerime inanamadım. Bu insanlar nasıl olur da Irak savaşını bu şekilde değerlendirir diye kendi kendime kızdım durdum. Irak yetmemiş gibi, sonrasında İsrail’in Lübnan katliamı başladı. Aynı şekilde, İsrail binlerce insan da öldürse yerden göğe kadar haklı görülüyor, inanılır gibi değil diyorsunuz ama Amerikalılara sorduğunuz zaman Jerussalem (Filistin) onlara söz verilmiş topraklardır diyorlar. Bu fikir nereden geliyor tabiki medyadan. Amerika’da bir söz var, eğer uğraştığınız kişi, yahudi zenci bi kadın ise ne istiyorsa yapın eğer mahkemeye giderse herşeyinizi alır diye. Yahudilik, soykırım iddiaları (holocaust) gibi konular dokunulmazlardan. Bunun arkasındaki en büyük neden tahmin edeceğiniz gibi yine ‘medya’.
Dönüp Türkiye’ye baktım, o zaman büyük resim ve küçük resim karşılaştırma yapması daha kolay oluyor. Çünkü Amerika’da uygulanan sistem ve politika Türkiye, Mısır, Ürdün gibi iç dinamikleri olan ülkelerde de aynı şekilde sergileniyor. Buraya ilk geldiğim sıralarda Türkiye’den arkadaşlar ‘Amerikada orijinal bişey varsa söyle biz de Türkiyede yapalım’ diyorlardı. İşte Amerika’ya has en orijinal ürün, “medya katliam ve intikam serisi”, Türkiye’de en canlı bombalı haliyle sergileniyor.
2-3 ay da bir, sansasyonel haberlerle, sanki halkın dini duyguları sömürülüyormuş, inandıkları insanlar aslında sahte şarlatanlardan başka birşey değillermiş gibi lanse ediliyor. Bu seri Kemal Sunal’ın filmleriyle başladı. Onun filmlerinde cami imamlarıyla, hocalarla alay edildi, hafife alındı. Gerici, falcı, insanları kandırmaya çalışan, elinde tesbihiyle, süpürge ucu gibi olmuş iğrenç sakalıyla adeta şeytani görüntüsü olan kişilere hoca, imam misyonu yüklenildi. ‘Ne gelirse hacıdan hocadan gelir’ sözü dilimize yerleşti. Bu şekilde insanların içlerindeki güven duyguları rencide edilidi, ediliyor. Medyada bu şekilde lanse edilen, Fethullah Gülen, Adnan Oktar, Cübbeli Ahmet Hoca bunların ilk başında geliyor. Milyonların hürmet gösterdiği bu kişiler bir kalemde silinerek yerin dibine indirildi. Adil hüküm vermede en temel iki kural: ‘Suçu kanıtlanana kadar suçlanan kişi suçlu değildir’, ‘Herkesin kendini savunmaya hakkı vardır’ kuralları bu kişiler için geçerli olmadı. Bu hocaefendiler hakkında bir haber olduğu zaman, ‘Şeriat hortladı’, ‘Laiklik patladı’, ‘Cumhuriyet öldü’ ve bilumum sloganlarla ana haber bültenleri başatıldı.
Saat 7 haber programları:
Kanald: ‘Evet Sayın Seyirciler Cübbeli hoca olarak bilinen Ahmet …’
atv: ‘İyi akşamlar sayın seyirciler, Fethullah Gülen hocaefendi …’
Show Tv: ‘İyi akşamlar sayın seyirciler, yeni bir haber bülteniyle karşınızdayız. Harun Yahya müstear ismini kullanan Adnan Oktar …’

Psikolojimize yerleşmiş, ana haber bültenleri en kötü ve en kritik haberle başlar. Ana haber bültenleri, bi yerlere atom bombası atılmış, birisi diğerine savaş açmış, bir kaza olmuş da 10’larca kişi ölmüş gibi, ilk sıradan yayınlanır. Bu etki halkın üzerinde oluşturulmaya çalışılıyor.

En tazelerinden olduğu için, Cübbeli Ahmet hoca ile ilgili daha hatırlarsınız sanırım 3-4 ay evvel, 7-8 yaşında kız çocuğuyla aynı denizde yüzdü diye cıngar koptu, Milliyet, Hürriyet çarşaf çarşaf haber yayınladı. Hakkında yapılan karalama kampanyasına cevap vermek için Show tv’ye çıkıp iftiralara cevap niteleğinde konuşma yapmak zorunda bırakıldı.

Aynı senaryo, Adnan Oktar (Harun Yahya) ve onun öncülük ettiği Bilim Araştırma Vakfı (BAV) için de oynandı. Adnan Oktar (Harun Yahya) ve Bilim Araştırma Vakfı (BAV) hakkında hatırlarsanız medyada amansız bir kampanya yapıldı. Bir görüntü de mankenler ağlamaklı, Adnan Oktar bize bunu yaptı şunu yaptı diye konuşuyor, diğer görütülerde polis baskın yapıyor, apar topar Adnan Oktar hapishaneye konuluyor. Bütün kanallar Adnan Oktar aleyhinde yayınlar yapıyor, konuşmacılar çıkartılıyor. Buna güzel örneklerden birisi Milliyet gazetesinin 2 Şubatta internet sitesinde manşetten duyurduğu (http://www.amerikadabirgun.com/milliyet/dunya/2007-02-02.htm) ‘Adnan Oktar bu kez Fransa’yı karıştırdı’ manşetleri. Sanki gittiği her ülkede karmaşa, kargaşa ve kriz yaratan insanlarmış gibi lanse ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde Nokta dergisine yapılan Andıç operasyonu gibi, bir elden yönetiliyor ve bir amaca yönelik. Susturma ve caydırma politikası. Maalesef insanlarımız TV’de gösterilen herşeye inanma meyilinde oldukları için TV kanalları ve dolayısıyla medya patronları bunu en vurucu haliyle kullanıyorlar. Bu kişiler hakkında yapılan saldırılardan ve kampayanlardan sonra tanıdığınız kişilerden en firasetlileri (olayların arka planını görebilen) bile, ‘Adnan Oktar, Fethullah Gülen v.s. v.s. konusunu açmayalım’ v.s. gibi sözler sarfediyor, inanamıyorsunuz. Yeşilcam filmlerinde suçsuz yere hapse atılan anneler gibi ‘masumum, suçlu değilim’ diyorlar, kimse sözlerinize inanmıyor.

Milliyet ve Habertürk internet sitelerinde Fethullah Gülen ve Adnan Oktar ile ilgili yapılan manşetler:
Fethullah Gülen – Habertürk
Adnan Oktar – Habertürk
Adnan Oktar – Milliyet
Fethullah Gülen – Milliyet

Bu yazıyı yazmama esin kaynağı olan Bilişim Araştırma Vakfı anneleri iftiraları yalanlıyor vidyosuna gelmeden önce, Adnan Oktar’ın dünya çapında yaptığı çalışmaları ne kadar takdir ettiğimi ifade etmek istiyorum. Amerika gibi dış ülkelere gelen kişiler bunu daha iyi anlayacaktır eminim. İslamiyetin hristiyanlara anlatımı konusunda, evrim teorisinin yalan olduğu konusunda, bütün kanıtlarıyla bu alemin bir Yaratıcı tarafından yaratıldığı gibi onlarca konuyu anlatmak isteseniz de anlatamayağınız konuları, www.harunyahya.org olsun, www.harunyahya.com olsun, www.jesuswillreturn.com, olsun www.palestiniantragedy.com, www.islamdenouncesterrorism.com sitesiyle olsun daha sayamadığım onlarca siteleriyle milyonlara ulaşıyorlar. Web sitelerinin birçok dilde çevirisi bulunuyor ve bu insanlar bu işi para için yapmıyorlar. Neden mi? Sadece Amerika için söylüyorum, 10’larca DVD’nin bulunduğu paketleri ücretsiz kargo ile birlikte 20-30$’a evinize teslim gönderiyorlar. Böyle bir çalışmadan para kazanılabilir mi? Bunun hiç mi masrafı yok? Ne güzel söylemiş atalarımız, ‘ayinesi iştir kişinin söze bakılmaz’. Bu insanlar canlarını dişlerine takmış hizmet etmek için uğraşıyorlar didiniyorlar. Bir diğer yana bakıyorsunuz, herkese saldıran ama kendi patronlarının yediği haltları yazamayan köşe yazarları (bkz: Emin Çöl….), kendi mal varlıkları ile hiçbir bilgi vermeyen patronlar ve bu insanların devamlı yönlendirdikleri gündemler. Bu büyük hizmeti, Adnan Oktar ve Bilim Araştırma Vakfı aleyhinde yaygaralar koparan, naralar atan kimselerden hangi birisi yapıyor söyler misiniz Allah aşkına?

Bilim Araştırma Vakfı’na gönül vermiş yetişkin insanlarla ilgili gündeme atılan iddialarda, ailelerinden zorla alıkoyuldukları, görüştürülmedikleri gibi 30 yaşını geçmiş insanlar için iddia edilebilecek en saçma iftarlardan birisine, bu kişilerin aileleri cevap veriyor. Annelerin bu iftiralara cevap vermek durumunda bırakılması ne kadar pespaye, ne kadar saçma sapan bir durum. 35 yaşında üniversite okumuş insanların beyni nasıl yıkanır? Bu beyinler çarşaf mıdır tabak mıdır, nasıl yıkanır?

Yazıyı kapatmadan evvel ifade etmek istiyorum. Benim Bilim Araştırma Vakfı ile organik hiçbir bağım ve ilişkim yok, çalışmalarını bir müslüman olarak büyük bir hayranlıkla takip ediyorum ve destekliyorum. Dinimizin yayılmasına, duyulmasına ve anlaşılmasına hizmet eden herkese olduğu gibi… Gerçekten inanan her müslümanın yapması gerektiği gibi…

Bilim Araştırma Vakfı annelerinin iftaraları yalanladığı vidyoyu buradan izleyebilirsiniz:

Kürdistan

Kürdistan problemi ciddidir. Kürdistan problemi Türkiye’nin karşısında bütün endamıyla durmaktadır ve bir an evvel İran’ın, Sudi Arabistan’ın ve Iraklı sunilerin desteğiyle askeri bir operasyonla düzeltilmesi gereken bir sorundur. Türkiye bu ülkelerin desteği olmadan da girebilir ama siyasi manada kendisine arka çıkacak bir desteğe ihtiyaç duyacaktır. Bunun yanında o ülkelerden Kürtlere gelebilecek herhangi bir desteğe önceden mani olmak için bunun temelleri önceden hazırlanılmalıdır. İran, Kürdistan diye kurulması planlanan alana komşudur. Sudi Arabistan ne kadar da iddiaları kabul etmese de, Irak’ta ve Irak sunnileri arasında büyük etkiye sahiptir. Eğer bu ülkelerin desteği sağlanırsa, Iraklı Kürtler sadece Suriyeden destek alabilecek haldedir. Suriye’nin Türkiye aleyhindeki çalışmaları destek vermesi, tarihe bakıldığı zaman hiç şaşırtıcı değildir dolayısıyla bence o nokta kaçılmazdır. Kürdistan oluşumundan rahatsız olan İran’ın da desteğiyle, bu oluşumun başı çok rahat ezilebilir ve Türkiye’nin güney doğusundan saldırıp duran teröristlere karşı büyük bir engel olacaktır.
Yalnız bu nokta yapılırken bir nokta gözden kaçırılmamalıdır. Genel Kurmay başkanı Büyükanıt’ın bundan önce konuşmalarından birisinde dile getirdiği bir söz: ‘Savaşı kazanabilirsiniz ama barışı kazanamazsınız’ diye. Kürdistan diye dünyaya tanıtılması planlanan alanlara çeki düzen verilmeden önce bu sözün haklılık payı değerlendirilmelidir. Türkiye’nin güneydoğusu yıllardır terörden çok çekti, bunun üstüne bir de savaş ortamı olması hiç istenilecek bir durum değildir ama Türkiye’nin devamlı terör tehlikesi altında yaşaması bundan daha kötüdür. Bundan dolayı kangren olan bu alanlara bir an evvel gerekli operasyonlar uygulanıp hayata döndürülmesi sağlanmalıdır. Kürdistan diye bir oluşumun olduğu ve bunların ortadan kaldırılması gerektiği gerçeği; Genelkurmay başkanı Büyükanıt’ın dile getirmesiyle, medyaya çıkıp konuşan Barzani karaktersizi ve onun yandaşlarıyla daha da ayyuka çıkmıştır.

Kürdistan diye bahsi geçen alanla ilgili bundan yaklaşık 9 ay evvel bir yazı yazmayı düşünüyordum. Ama belki densiz, yersiz ve gereksiz bilgilere yer veririm diye buraya bişeyler yazmak istemedim. Beni bu şekilde düşünmeye iten bir nokta şu şekilde gelişti. Arlington’da dışarda yemek yediğimiz middle east (orta doğu – arap) restoranları bulunuyor. Aynı mutfağı yüzyıllar boyu paylaştığımız için, kebapları, sıcak yemekleri türk mutfağına yakın diye ev arkadaşımla birlikte yemek yemeye gittik. Yemek servisi yapan bayan bizim türkçe konuştuğumuzu duyunca, ‘where are you from’ dedi, biz de türküz dedik. Nerden anladın diye sorunca, bizim evde de türk televizyonları vardı, oradan duydum, az çok türkçe biliyorum dedi. Ben de merak edip, aynı soruyu kendisine sordum. Tabi aldığımız cevapla, ev arkadaşım da ben de buz gibi olduk. Cevap: I’m from Kurdistan. Bunu diyen birisiyle, konuşmayı devam ettirmek biraz garip olacağı için siparişimizi verdik.

Kürdistanlıyım sözü üzerine, o gün akşam netten araştırma yaptım. Kısmet bu, o gece amerikan kanallarından birine bakarken arada bir reklam:
‘Saddam bizi yok etmeyi denedi yapamadı. Teşekkür ederiz Amerika
Kürdistan Halkı
Gördüğünüze ister inanın ister inanmayın, bu hazırlığın içinde olan Irak kürtleri gece gündüz çalışmalarına devam ediyorlar. Bush yönetimde sıkıştıkça, onların eli daha da kuvvetleniyor. Washingtonda destek arayışı ve lobi faaliyetlerinde yahudileri aratmıyorlar. Nette araştırma yaptığım sıralarda, kürdistan hükümetinin websitesi (http://www.krg.org/) yabancıları yatırım yapmaya davet ettikleri ve TV’lere verdikleri reklamın download edilebilir halinin bulunduğu bir websitesini (http://www.theotheriraq.com/) ve bu konuyla ilgili propaganda yaptıkları birçok siteyi inceledim. Bunların içinde tabi en rahatsız edici olanı, Türkiye’nin güney doğu – doğu anadolu ve iç anadolunun bir kısmını içine alan kürdistan haritaların gösterilmesi. Bunların yanında youtube’da kurdistan diye arattığınız zaman çıkan onlarca vidyo ve bu vidyoların hepsinde kansız bebek katili terör başı Apo’nun övülmesi ve devlet başkanı olarak ilan edilmesi bulunuyor.

Kürdistan haritalarında dikkat çeken çok önemli bir nokta var. Yıllarca terörist başına yataklık ettikleri halde, sorular yöneltildiği zaman reddeden Suriye’nin bir karış toprağına göz dikilmiyor. Kavgaları sadece Türkiye ve Irakla ilgili gibi gözüküyor. Buna Suriye’nin kuruluşlarından bu noktaya gelmelerine kadar maddi, manevi destek vermesi eminim önemli bir etkendir. Diğer bir ilginç nokta ise, Barzani’nin söze Diyarbakırdan başlaması. Osman Baydemir’in belediye başkanlığını yaptığı Diyarbakır’ın daha ilk dakikada gündeme getirilmesi tesadüfü değil. Osman Baydemir ve yandaşları ile Barzani ve yandaşları arasında akrabalık bağı var mıdır yok mudur bunlar kontrol edilmeli. Osman Baydemir tv’lere çıkıp, barış ağzı yapsa da bundan önce yaptığı işler hep tersini gösteriyor. Bunun yanında, askeriyenin zor durumda kaldığı Şemdinli olayları ve Şemdinli’de, Barzaninin birçok akrabası olduğu söyleniyor. Osman Baydemir in bu oluşumlarla bağlantıları bir an evvel ortaya çıkartılmalı.

Sonuç olarak, Genelkurmay başkanı Büyükanıt’ın konuşmalarında dile getirdiği Kürdistan oluşumu ve bu oluşumun Türkiye’yi en çok ilgilendiren terörist organizasyonu destek vermesi durumu doğrudur ve çok büyük önem arzetmektedir. Genelkurmay başkanı Büyükanıt’ın laiklik, rejim tehlikeleri gibi bence gerçeklikle uzaktan yakından ilişkisi olmayan konuları gündeme getirerek önemli saptamalarına gölge düşürmek yerine, ‘bu millet tek bir yumrukdur ve kendisine zarar vermeyenlerle sonuna kadar başa çıkacaktır’ şeklinde bütünleyici ve birleştirici bir ifade kullanmasını beklerdim. Ama buna rağmen, konuşmasında bahsettiği Kürdistan oluşumu ve PKK’ya destek vermeleri durumuyla ya şu anda yüzleşiriz ve temizliğini yaparız, yada Ermeni soykımı iftiralarında olduğu gibi geç kalıp, kendimizi Amerika’nın ve yanlı Avrupa birliğinin insiyatifine bırakırız.

Milliyet gazetesinde yayınlanan Kürdistan manşetleri
Habertürk’de yayınlanan Kürdistan manşetleri
Milliyet gazetesinde yayınlanan PKK manşetleri
Habertürk’de yayınlanan PKK manşetleri

Görmeyenlerin ışığı olun, kitap seslendirin

Milli Kütüphane, görme engelliler için kitapları seslendirecek, onların “gözü olacak” gönüllüler arıyor.

Görmeyenlerin ışığı olun, kitap seslendirinKimi zaman evinizde, kimi zaman otobüste, belki yatmadan önce, belki uzanarak, belki kahvenizi yudumlayarak kitap okuyorsunuz. Sizin okuduğunuz satırları göremeyen, yeni çıkan bir romanın sözcükleri arasında dolaşamayacak durumda olanları hiç düşündünüz mü? İşte onlar görme engelliler, belki de hiç düşünmeden görmezden geldiğimiz insanlar onlar.

Milli Kütüphane Başkanlığı, görme ve okuma engellilere yönelik hizmet verebilmek için sesli kitap okumak isteyen gönüllüleri bekliyor. Bu iş için gönüllü olan kişiler, Bahçelievler’deki Milli Kütüphane Başkanlığına başvuruyorlar. Ses tonu ve diksiyonu düzgün, Türkçeyi iyi konuşan bu kişiler, kütüphane içinde oluşturulan stüdyoda kitap okuyorlar. Gönüllülerin okudukları kitaplar, kasetlere kaydediliyor, çoğaltılan kasetler ise okuma engelli kişilerin hizmetine sunuluyor.

Milli Kütüphane Başkanı Tuncel Acar, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gönüllü okuyucuların, görme engeliler için roman, şiir, hikaye ve çeşitli eğitim kitaplarını okuduklarını ve bunları kasede kaydettiklerini söyledi. Kitaplarının hepsinini gönüllüler tarafından okunduğunu belirten Acar, “Milli Kütüphane’nin ‘Konuşan Kitaplık’ bölümünde sesli kitap arşivimize katkıda bulunmak isteyen ses rengi kulağa hoş gelen diksiyonu ve okuması düzgün gönüllülere ihtiyacımız var” dedi. Acar, bu kriterlere uygun olan gönüllülerin, belirli bir test aşamasından geçirildikten sonra gönüllü okuyucu olarak kabul edildiğini söyledi.

Gönüllülerin, bu iş için mutlaka kütüphaneye gelmesi gerekmediğini belirten Acar, “Sesli kitap okuma evden de yapılabilir. Okuyucular, kitapları evde bilgisayar ortamında okuyabilir ve bunu CD’ye kaydedip bize gönderebilirler” dedi.

“SESLİ KİTAPLAR İNTERNETTEN DE DİNLENEBİLECEK”

Kayıtların, 1991 yılında Ankara OR-AN Lioness Kulübü tarafından bağışlanan kayıt stüdyosunda yapıldığını ifade eden Acar, şunları kaydetti:
“Şu an için sesli kaset kitap sayımız 1100 ve bu kitapların oluşturduğu kaset sayısı ise ‘master’ ve ‘copy’ olarak yaklaşık 10 bin adet civarında. Ayrıca sesli kitap CD sayımız ise 100 civarında.
Bu yıl içerişinde de kaset ortamındaki sesli kitaplar, dijital ortama aktarılacak. Daha sonra ise sesli veriler, wap ortamında görme engellilerin hizmetine sunulacak. Kullanıcıların getirdiği flaş bellek ya da CD’lere sesli veriler kopyalanabilecek.”
Acar, okutulan sesli kitapların güncel yayınlardan oluştuğunu ve kullanıcıların taleplerine göre belirlendiğini söyledi. Acar’ın verdiği bilgiye göre, Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler”, Nermin Bezmen’in “Sır”, Nazım Hikmet’in “835 Satır”, Murathan Mungan’ın “40 Oda”, Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk”, Dostoyevski’nin “Hz. Muhammed”, Emre Kongar’ın “Kızlarıma Mektuplar”, Can Yücel’in “Sesini Kaybetmeyen Şiir”, değişik türde çocuk kitapları, KPSS eğitim bilimleri, KPDS dil kitapları ve üniversite hazırlık kitapları okutulan kitaplar arasında yer alıyor.

NASIL YARARLANILIYOR?

Görme engelliler, kaset ve CD’lere okunmuş olan kitapları, Konuşan Kitaplık’tan dinleyebiliyor ya da seçtiği bir sesli kitabı ödünç alıp eve götürebiliyor.
En önemlisi ise Milli Kütüphane’ye hangi kitabı okumak istediğini belirterek müracaat eden okuma engellilere, kargo ya da posta aracılığıyla talep ettiği sesli kitap adresine ücretsiz olarak teslim edilebiliyor.

KIZININ KİTABINI SESLENDİREN ANNA

“Baba ve Piç” in yazarı Elif Şafak’ın annesi Şafak Atayman (58) da görme engelliler için sesli kitap oluşturulmasında gönüllü olarak çalışanlar arasında. Kısa bir süre edebiyat öğretmenliği yapan ardından Dışişleri Bakanlığı’nda ateşe olarak çalışan Atayman, emeklilik günlerini görme engelliler için kitap okuyarak değerlendiriyor.
Gönüllü okuyuculuğa kısa süre önce başladığını belirten Atayman, “Yaklaşık olarak 5-6 aydır sesli kitap okuyorum. Gönüllü okuyuculardan Jale Anıl ile yapılan bir röportajı okudum ve çok duygulandım. O an benim de bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm ve müracaat ettim” dedi.
Atayman, görme engellilerin, yaşamlarında bir çok problemle kendilerinin baş etmek zorunda kaldığını ifade ederek, şöyle konuştu:
“Görme engelli arkadaşlarımız için ufak da olsa bir şeyler yapabilmek mutluluk veriyor. Çoğu zaman yarının ne getireceğini düşünmeden yaşıyoruz. Oysa bir gün, biz de görme engellilerden biri olabiliriz. O nedenle duyarlı olmalı ve elimizden geleni yapmalıyız.”
Şu anda kızı Elif Şafak’ın “Baba ve Piç” adlı kitabını seslendirdiğini ifade eden Atayman, görme engelliler için kızının tüm kitaplarını kendisinin okuyacağını belirtti. Atayman, Elif Şafak’ın, kendisine destek verdiğini ve kimi zaman yazılarıyla bu konuya dikkat çekmeye çalıştığını söyledi.

“SESİMİ TANIYORLAR”

Gönüllü okuyuculardan Jale Anıl (59) ise sesli kitap okumaya 1998 yılında başladığını ve her gün saat 09.30-14.00 arasında stüdyoya girdiğini kaydetti. Bugüne kadar yaklaşık 1500 kasetten oluşan 104 kitap okuduğunu ifade eden Anıl, “Genellikle tez kitapları okuyorum. Çünkü, görme engelliler için, Braille ile sadece ilköğretim kitapları basılıyor. Üniversiteye hazırlık ve master kitaplarına ulaşılamıyor. Bu da eğitimine devam etmek isteyen engellilerimiz için büyük bir problem” dedi.

Anıl, seslendirme çalışmaları sırasında yaşadığı iki olayı şöyle aktardı:
“Bir gün stüdyoda tez okuyordum. Bir ara dışarıya çıktım. Çok sayıda görme engelli arkadaşımız vardı. Neden burada olduklarını sorduğumda, ‘Bugün dolduracağınız kaseti bekliyoruz’ dediler. Yani, özellikle bu tür kitaplara ihtiyacı olan çok kişi var.

Bir başka gün, Kızılay’da yürürken görme engelli birini gördüm ve ona gideceği yere kadar yardım edebileceğimi söyledim. Bana ismimin Jale olup olmadığını sordu. Öyle şaşırdım ki sesimi tanıyorlar. Bana ‘Sizi sesinizden tanıyorum. Okuduğunuz kitapları dinliyorum. Şu an da Bir Çift Yürek’i okuyorum’ dedi. Bir insanı hayatta bundan daha mutlu edecek ne var ki…”

“GAZETECİLİK YAPMAK İSTERDİM”

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünü bitirmesine karşın kütüphaneci olarak çalışan, görme engelli Ramazan Bakırcı (36) da ilköğretimden sonra eğitimine devam edebilmek için başta kitap bulamamak gibi problemlerle karşılaştığını söyledi.
Karma lisede eğitim alırken, alt sınıftaki öğrencilerin gönüllü olarak kendisine ders kitaplarını okuduğunu ve üniversiteye böyle hazırlandığını ifade eden Bakırcı, “Mezun olduktan sonra gazetecilik yapmak isterdim. Ancak böyle bir imkanım olmadı. Çok seçeneğimiz olmuyor” diye konuştu.

Hürriyet

Osman Baydemir Websitesi

Diyarbakırda seçimlerde kime oy veriyorsunuz?

  • DTP - Osman Baydemir (78%, 560 Votes)
  • AKP - Kutbettin Arzu (18%, 129 Votes)
  • CHP - Remzi Saylan (4%, 28 Votes)

Oy verenlerin sayısı: 718

Yükleniyor ... Yükleniyor ...

Osman Baydemir‘in kim olduğu, Diyarbakırda (Diyar-ı Bekir) neler yaptığı, kimlere hizmet ettiği v.s. v.s. bunlarla ilgili söylenecek çok şey var ama buradan dillendirmeyi gerçekten istemiyorum. Habertürk’ün internet sitesinde yayınlanan haberde (haberi altta izleyebilirsiniz) osmanbaydemir.com‘un hacklendiği ve Osman Baydemir‘in gerçek icraatlarının anlatıldığı bir vidyo yerleştirildiği ifade ediliyor. Haberde bence eksik olan bir nokta, bu sitenin zaten Osman Baydemir‘e ait olmadığı ve siteyi hazırlayan kişiler tarafından alınmış olduğu gerçeği. Dolayısıyla ortada bence sitenin hacklenmesi gibi bir durum yok. Sitenin içeriği hakaret içerse de, CyberProtest grubu benim ziyaret etmekten memnun olduğum güzel bir çalışma yapmışlar.
Bu yazıyı kapatmadan önce, Türkiye’nin doğusunda PKK sorunu çıktığı zaman avrupaya iltica eden, orada ulaştıkları entellektüel seviyeyle, geride bıraktıkları milletdaşlarının ilm-i olarak ilerlemelerini sağlamak yerine; kansız terörist başı Abdullah Öcalan, PKK’nın siyasi ağzı Ahmet Türk, Leyla Zana ve Osman Baydemir gibi kürt milleti için gelecekte hiçbir nitelik taşımayacak kişileri destekleyen avrupadaki kürtlere buradan seslenmek istiyorum:

  • İsmi geçen Abdullah Öcalan, Ahmet Türk, Leyla Zana, Osman Baydemir gibi kişilerin avrupada lobisini yapıyorsunuz.
  • AB’den gelen temsilcilerin Türkiye’ye geldikleri zaman sanki Türkiye’nin doğusunda kürt katliamı yapılıyormuş da onları kurtarmaları gerekiyormuş gibi Diyar-ı Bekir’i ziyaret etmelerine neden olup Türkiye’nin imajını zedeliyorsunuz.
  • PKK ve kürdistan yanlısı, Türkiye ve Türk ordusu aleyhindeki websitelerin fikir kaynağı, kuruculuğunu ve lojistik desteğini üstleniyorsunuz.
  • PKK ve Türkiye’nin doğusunu da içine almaya çalıştığınız kürdistanın kurulması aleyhinde yayın yapan sitelere saldırıp göçertmeye çalışıyorsunuz.

Kürdistan ile ilgili siteler çoğunlukla avrupa kaynaklı kürtler tarafından desteklenirken, PKK lehinde, Türkiye aleyhinde web siteleri Türkiye’de yaşayan PKK destekçisi kürtler gerçekleştiriliyor. İki tarafa da; girdiğiniz bu mücadele ile milletdaşlarınızın da içinde bulunduğu Türkiye gemisine zarar vermekten başka hiçbirşey yapmıyorsunuz. Yaptığınız her hareket Türkiye’nin birlik ve beraberliğinin dibine bir tane daha dinamit yerleştirmekten öteye gitmiyor. Umarım bir an evvel içine girdiğiniz bu çalışmalardan vazgeçer, Türkiye’nin doğusundaki kürt kardeşlerimizi; PKK gibi, DTP gibi, türklük-kürtlük problemi gibi bahanelerle provoke etmek yerine, kendilerine ilk yardım gibi yetişip eğitim, yaşam seviyesi ve ufuk kazandırma yönünden yardımcı olursunuz.

Habertürkde yayınlanan Osman Baydemir haberleri

Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!

Bugünlerde keyfim pek yok. Türkiye’den çok iç acıcı haberler alamıyorum. Annemin sağlığı maalesef iyi değil,bir rahatsızlığı var. Karnının tamamını kaplayan, geceleri uyutmayan, kıvrandıran cinsten bir karın ağrısı. Ağrıdır, doktora gidersin geçer değil mi? Geçmiyor çünkü hekimlerimiz teşhis koyamıyor. Ultrason çekiliyor, tahlil yapılıyor ama hekimlerimiz ellerindeki verilerle bir karara varamıyorlar daha doğrusu vardıkları kararın nihai karar olup olmadığından emin değiller.
İlk hekimimiz; ‘Teyze idrar yollarında iltihaplanma var şu antibiyotiği kullan, ağrın olursa şu ağrı kesiciyi al gelcek hafta da kontrole gel’ diyor. Diyor ama ne ağrı kesici ağrıyı hafifletiyor ne de antibiyotik sıkıntılarına deva oluyor.
Ağrılar dinmeyince başka bir hastaneye ve başka bir doktora gidiliyor. İkinci hekimimiz de aynı ultrason verilerine ve tahlillere bakıp; ‘Konulan teşhis doğru değil, benim teşhisim şudur, başladığınız diğer antibiyotiği almayı bırakın, şu antibiyotiği ve ağrı kesici almaya başlayın, gelecek hafta kontrollere gelin’ diyor. Diyor demesine ama ne ağrıda azalma var ne de tedavide bir çözüm.
Bugün üçüncü kez başka bir doktora gidiyorlar. O doktorda ultrason ve tahlil bilgilerine bakıyor. ‘Teyze bu kas yırtılması, antibiyotikleri bırak!!’ deyip anti-romatizmal iğne yazıp başka bir ağrı kesici veriyor.

İşin isyan ettiren tarafı, bu doktorlar öyle pratisyen doktorlar filan değil, büyük hastanelerin kelli felli hekimleri. Gidilen hastanelerden iki tanesi özel diğeri devlet hastanesi. Hastanelerin isimlerini burada kötü reklam yapıyor gibi olmaması için zikretmiyorum.
Ama bu şartlar altında kimi kime emanet edelim? Elde ultrason ve tahlil verileri varken, kahve falı bakar gibi teşhis koyan hekimlerimizle biz nereye gidelim? Tabipler odası ve aynı mesleği paylaştıkları bir sürü hekim dururken ‘illa bi teşhis koymalıyım’ diyen doktorlar; çalışma şartlarınız ne kadar zor olursa olsun, insan hayatı ve sağlığı bu kadar mı ucuz? Hekim arkadaşına bir telefon açıp, ‘ya arkadaş eldeki veriler şöyle şöyle ben bunu düşünüyorum ama çekincelerim var sen ne düşünüyorsun?’ diye sorsalar canları mı çıkar? Ben bilgisayar mühendisiyim, uğraştıklarım da makina, ama öyle bile olsa önemli birşey yapıyorsam ve sonuçlarından emin değilsem, bilen bir arkadaşımdan olmazsa internetten araştırmadan birşey yapmıyorum. Sizin uğraşıklarınız İNSAN! Ama peynir ekmek verir gibi antibiyotik yazıyorsunuz!

Sitemlerimden görevini hakkiyle yerine getiren Hekimlerimiz lütfen alınmasın. Aynı mesleği paylaştıkları insanların bu kadar umarsız ve tutarsız olmalarından eminim onlarda rahatsız oluyordur. Buna nasıl bir DUR denir gerçekten bilemiyorum. Allah gerçekten kimseye hastalık vermesin. İnşallah, son verilen tedavi işe yarar da annemin rahatsızlığına deva olur ve ağrılarını dindirir. Annem için dualarınızı bekliyorum…

Hakkımda Bilmediğiniz 5 şey

Hakkımda bilmediğiniz 5 şey rüzgarına ben de Sinan kardeşim sayesinde cebren ama hilesiz katılmış oldum 🙂 Başlayalım…

  1. Bilg. Müh. olmanın belki doğal bir sonucu olarak, günümün tamamını internette harcasam ve internetten tanıştığım kimselerle herşeyi, herşekilde, çok açık ve dürüstçe tartışsam da, bloga gündelik hayatımdan kişisel bişeyler yazmaya geldiği zaman, çoğu blog yazarı gibi “bugün şöyle oldu” diyerek başlayıp bişeyler yazmayı beceremiyorum.
  2. Antalyada yaşarken, Ankaralıyım demeyi (ankara doğumluyum aslında) İstanbulda yaşamaya başladığım zaman Antalyalıyım (aslen antalyalıyım) demeyi, Ankaraya gittiğim zaman ‘ben burda doğdum, hemşo’ demeyi daha karizmatik bulurdum. İstanbullular yazın yaşadıkları Antalya rüyasını yeniden yaşamanın hayaliyle yanıp tüttükleri, Antalyalılar İstanbulu dizilerden gördükleri gibi zannetikleri, Ankaralılar da belki de biraz İstanbul’un karizmasının etkisinden kendi aralarında sıkı bir muhabbet kurdukları için, bu formülle bu üçlü arasında hızlı bir sinerji kurulumu oluyordu. Bu üçlü grubu bırakıp, kovboylar diyarı Texas’a gelmek, buradakilerin kendi kültürleriyle bambaşka bir dünyanın içine girmek tabi garip oldu. Dolayısıyla son ikametgahım yaklaşık 2 yıldır, Dallas / Texas.
  3. Nisan’da 25 yaşına giriyorum, herkesi beklerim:)
  4. Sigaram, içkim, kumarım, gece hayatı v.s. gibi alışkanlıklarım yoktur, olmamıştır inşallah olmayacaktır. 🙂
  5. Şu aralar en çok rahatsız olduğum konu, kilom. 1.82cm / 89 kg. arkadaşlarım hiç göstermiyosun filan dese de, 20-21 yaşlarındaki kiloma (81kg.) geri dönmek istiyorum ama günleri oturmakla geçirirken bir de çikolataya ve tatlıya karşı büyük bir zaafım varken bunun önünü alamıyorum. Ha bi de, ‘kilo alamıyorum’ diye şikayet edenler var, üstlerine alınmasınlar ama onlara da kıl oluyorum.

Bloglar alemini, bu blogu açtığım ilk zamanlarda çok yakından takip ediyordum ama her geçen gün internete açılan blog sayısı arttığı için benim de zamanım o oranda azaldığı için çok takip edemiyorum. Blog yazılarını beğenerek okuduğum, Ufuk Polat , Sinan, Wolkanca; (Wolkanca hariç yazmıştım ama onu da mimlemişler) zaten bi mim yazısı yazmış bulunuyorlar. Ben de bu durumda bi tek Wolkanca’yı mimleyebiliyorum zannımca. 🙂

Saçmalığın dev atlası

Bugün hürriyet gazetesinde bir anket var. “Hrant Dink’in cenazesinde hepimiz ermeniyiz denmesi doğru mu?” , “Hrant Dink’in ardından fatiha okunur mu?” diye…

Biz ermeni olabilir miyiz? Ermeniler türk olabilir mi? Hayatı boyunca hristiyan yaşamış bir insana fatiha okunur mu? Atla-deve, sütle-şıra karıştırılır mı bu kadar? Hadi “hepimiz Hrant Dinkiz” diyin, ona katılalım. Kendisi ermeni milletinin haklarını savunmak için, en azından bu uğurda canını feda etmiş bir kişi olarak, hem türk milletinin hem de ermeni milletinin kalbinde bir yer edindi. Ama sen tutup, ermenilikle türklüğü karıştırırsan, hele hele olayı bi de naaşı kilisede törenle uğurlanmış birisi için “fatiha okunur mu” tartışması çıkartırsan nereye varırsın? Kavramların bu kadar karıştırılması, bilhassa medya diye ortaya çıkan bir avuç insanın böyle yapay ve gereksiz gündemler oluşturması ve bizim bunlara artık müsade ediyor olmamız bence Türkiye için hem büyük kayıp hem de büyük ayıp…

Evet, yine bir Israil yazısı

israil gemisiABD’ye bu kadar uzak oluşuna rağmen, orta doğuda olan herşeyin kalbinde olduğu için İsrail ile ilgili bişeyler yazmamak elde değil. Tarih tarihçilerin ama benim 1. Dünya savaşının çıkışı ile ilgili yazılanlara ve sebepleri çok basite indirenlere itirazım var. Bazısına göre dünyada bir kısım kişiler kafayı siyonizm ve masonlarla bozduğu için herşeyin onlar tarafından yapıldığına inanıyor. Benim bu yönde inançlarım olmasına rağmen, bunların kara bulutlar gibi üstüme çöküp saplantı haline gelmesini önleyen, gerçekleri görmeye çalışan bir yanım var. Yazının devamında yazacaklarıma gelmeden bu konuya açıklık getirmek istedim.

Tarih ve bilimsel kitaplarda kaynak kabul edilecek kadar kesin bilgilere sahip olmasa da, Harun Yahya’nın Soykırım Vahşeti kitabı, bence bazı yönleriyle Nazi – İsrail ilişkisi ve Yahudi soykırımı konularında gerçekleri irdeliyor. Bu kitapta ortaya atılan en büyük iddia, 1. Dünya Savaşının arkasında siyonizmin (masonik yahudi siyasi hareketi) olduğu ve savaşın nihayi amacının yahudilere ait bir ülkenin kurulması olduğu. Bu kitabı birçok kişi, değerlendirmeye almıyor yada yazılanları yalan veya abartı bulduklarını söylüyor. Tarih sahnesinde oynatılan filme baktığım zaman, sebepler ve sonuçlar: nazilerin; fakir, yoksul ve toplumda çok değer ifade etmeyen yahudileri soykırım çapında bir hareketle, siyonistlerin verdiği maddi destekle yaptığını söylüyor bana. Kurulması planlanan İsrail için bu fakir, hasta ve yaşlı yahudiler; zengin, zeki ve idealleri olan dindaşları tarafından Almanlarca kamplarda öldürtüldü. Yani gözü kapalı bir soykırım değil, yahudilerin içindeki çürükler temizlendi. Harun Yahya’nın kitabı da bu konuya parmak basıyor.

Soykırım Vahşeti kitabını bir yana koyarken, dün Scotland on Sunday gazetesi, siyonist – alman ilişkisini ele alan bir araştırma kitabının haberini yayınlandı. Bu haberin haberini de, İsrail’de yerel yayınlanan ynet gazetesi haber yaptı. Bu kitapta yayınlanan rapora göre, Naziler tarafından, İngiliz ekonomisine zarar vermek amacıyla sahte olarak yapılan 164 milyon dolar değerindeki banknot, yahudiler tarafından İsrail’in kurulması için kullanıldı. Haberde, kitapta geçtiği ifade edilen bir ifade bence kayda değer: ‘Naziler tarafından sahte üretilen bu paralar, ikinci dünya savaşı sonrasında, avrupada yaşayan yahudilerin, İngiliz kontrolü altında bulunan Filistine yollanması ve orada silahlı bir yahudi grubu oluşturulması için harcandı’. İngilizler yahudileri ve İsraili pek sevmezler. Hatta İsrail – Lübnan gerginliği esnasında, BBC çoğu kez İsraili hedef alan yayınlar yaptı ve kamuoyunun desteğini aldı. Bunun arkasında yatan nedenlerden birisi, İsrail kurulmadan evvel Filistin, İngiliz kontrolü altındaydı. Nazi – Siyonist işbirliği ile Filistine getirilen yahudiler, yukarıda bahsi geçen meblağlarla silah temin edip, terör örgütleri kurdular. Bu terör örgütleri ile, İngiliz birliklerine saldırılar gerçekleştirdiler, zaiyat verdiler. İngilizlerin verdiği zaiatın yanında, dünya çapında oluşturulan yahudi soykırımı havası ile, İngilizler Birleşmiş Milletlerde attığı imza ile o toprakları bırakıp, çıkmak zorunda bırakıldılar. Bu geçiş esnasında, yahudiler getirdikleri paralarla toprakları satın aldılar, ekonomiyi kontrolleri altına aldılar ve daha sonra da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Haberde bahsi geçen kitapta geçen bir diğer ifade de şu şekilde: “Yahudi grupları, ele geçirdikleri bu tartışmalı paraları, soykırımından kurtulanlar diye ifade edilen grubun gemilerle Filistine taşınması için harcamaktan hiçbir sakınca görmediler, arta kalan para daha sonra uluslararası silah piyasasından silah satın alınması için kullanıldı. Bu silahlar öncelerde İngiliz güçlerine karşı kullanılırken, sonrasında Araplara karşı kullanıldı.”

İsrail’in, Amerika’nın ve dünyanın; şimdilerde bağımsızlığı için, her türlü kirli oyun ve düzenle kurulan bir ülkeye karşı savaşan bir millete, terörist ve işgalci muamelesi yapması bu konuda nasıl bir tezat olduğunu gözler önüne seriyor.

IEEE ve Diğer Akademik Kaynaklar

Türkiye’de iken IEEE, ACM Digital Library, INSPEC gibi paralı akademik kaynaklara erişmekte zorluk çekiyorduk. Bu durumu göz önünde bulundurarak, Türkiye’de herhangi bir üniversitede araştırma yapan ve bu tür kaynaklara erişimi olmayan arkadaşlara yardımcı olmak amacıyla birşeyler yapmaya karar verdim. Online e-journal, electronic books gibi kaynaklara erişebileğiniz 10’larca belki 100’lerce kaynağa erişim hakkı sanırım hem araştırmacılar için hem de ülkemiz için çok faydalı olur.

Eğer bu kaynaklardan faydalanmak istiyorsanız, bu yazıya, sizinle irtibat kurabileceğim “üniversite (edu.tr)” de kullandığınız email adresi, varsa üniversite domaini altında bulunan websiteniz ile birlikte yorum bırakın. Email adresimi yayınlamak istemediğim için (spammerlar) bu şekilde irtibat kurmamız en sağlıklısı olur, yorumunuz sitede yayınlanmayacak ve en kısa zamanda size nasıl giriş yapabileceğiniz ile ilgili bilgi vereceğim.

Yardımlarınıza Gerçekten Çok İhtiyaç Var

Üyesi olduğum bir email grubundan aşağıya eklediğim Belgin hanımın gönderdiği emaili aldım. Gökhan Gürcüoğlunun başına gelen bu elim kaza gerçekten çok üzücü. Bu siteyi ziyaret edip lütfen1$ da olsa yardım etmeden ayrılmayın. Konu kısmında “Fw: Fw: Fw: fw:” olan emaillerin başına gelen “birileri yardım eder” durumu olmaması için yardımlarınızı esirgemeyin.

Posted by: “Belgin Cuhaci” Tue Jun 6, 2006 2:23 pm (PST)

Saygıdeğer Türk-Amerikan Toplumumuz

Daha once de sizlere ilan ettigim gibi PA eyaletinde gecirdigi cok kotu bir trafik kazasi sonucunda 3 aydir komada bulunan ve azicik da olsa iyiye gitme belirtileri gostermis olan 29 yasindaki Gokhan Gurcuoglu arkadasimizin yardiminiza cok ihtiyaci var ve malesef ki yeterince yardim gorebilmis degil, ben 4 Haziran Pazar gunu Philadelphia’da bizzat gidip kendisini ziyaret ettim annesi ve teyzesi ile tanistim iki saatlik bir gayretimle Paterson gonullerinden topladigim 320 dolari nakit olarak ve kendi bagisladigimi internet uzerinden olan mikatari ailesine ilettim, rakami muhim degil , bildigim kadari ile merkezi Philadelphia’da buluna n Tafsus dernegimiz de 900 dolar kadar bir bagis Gokhan icin toplamis bugune kadar,
neyse gelelim probleme bu arkadasimizi ailesi cok yakinda ucakla Turkiye’ye goturmek ve bakimina orada devam ettirmek zorunda , sedye ile gitmesi gerekiyor ve sedye ile gidicek yolcudan THY yollarimiz bes adet bilet almasini istiyor, yapilmasi gereken yardimlar assagida siralanmakta eger siz yardim sever insanlarimiz biraz daha duyarli olursaniz Gokhan’in gercekten bagislanicak her bir dolara bile ihtiyaci var. Lutfen duyarli olalim bugun Gokhan’a yardim ediyorsak yarin hangimizin neye ihtiyaci olucagini asla bilemeyiz

Öemli olarak yapilmasi gereken yardimlar
1- Dualariniz Gokhan ile olsun
2- Yapabileceginiz yardim 1 penny bile olsa lutfen Gokhan ve ailesine masraflari icin yardim ediniz.
3- Degerli THY yollari yetkililerimiz ve Turk Seyahat Acentalarimiz Gokhan icin alinmasi gereken bes adet biletten bedava bilet bagislamak duyarliliginda bulunucak olaniniz yok mu? Lutfen oldugunu duyalim isteriz
biz dusunceli ve insancil bir milletiz hala oyle oldugumuzu bilmek isteriz.
4- Ankara da yetkili makamlarda calisan butun tanidiklarimi aradim ve Gokhan icin yardim istedim , umarim dileklerimia karsilik gelir, hem tasinma isinde hem de Turkiye’de hastane masraflari konusunda Green Kart cikartma isinde yardimci olmalarini istedim, insallah onlarda duyarli olurlar.

Ve sakin unutmayiniz Allah yazdi ise bozsun ama bugun Gokhan Gurcuoglu’nun basina gelen yarin oburgun hepimizin basina gelebilir ve o yuzden bu emaili sadece okuyup atmayiniz, duyarli olunuz ve bu hayatinin baharinda ailesinin tek erkek oglu olan aslan gibi bir Turk vatandasimizin hayatta kalma cabalarin destek olunuz..Biz Amerika’da kocaman bir Turk toplumuyuz birbirimizin ihtiyaci oldugunda bizler birbirimize destek olmaliyiz Gokhan icin toplanan para bu kadar az olmamali

Daha fazla bilgi icin www.justforhelp.com sitesini okuyabilir ve bagislarinizi internet uzerinden yapabilirsiniz , veya dernegimiz adina ceklerinizi yazip bize gonderebilirsiniz karsiliginda sizlerle makbuzlariniz postalanicaktir.

Ceklerinizi MKATAA adina yazip
229 Crooks Ave Suite 148, Clifton , NJ 07011
adresine de postalayabilirsiniz.

Ve Gokhan bu kazayi kizkardesi ile beraber gecirdi , kazayi cesitli morluklar ve kaburgasindaki bir kac kirikla atlatan Gokhan’in kizkardesi su an Turkiye’de bulunmakta olup kendisinin durumu da iyidir , siteye bakan
arkadaslarimiz merak ediceklerdir o yuzden simdiden cevapliyalim , ayrica bagislariniz icin TAFSUS dernegimizle de temasa gecip ceklerinizi TAFSUS adina da yazabilirsiniz, TAFSUS hakkinda daha fazla bilgi icin
www.tafsus.org adresine bakabilirsiniz. Lutfen bu aslan gibi gencimizin yasam savasina katkida bulununuz, duyarsiz kalmiyalim!
Saygilarimla
Belgin A. Cuhaci
Mustafa Kemal Ataturk Turkish American Association
Founder and General Secretary

Aşiret medyası mı, yoksa…

Ekrem Dumanlı bey bu haftaki köşe yazısında tam olarak düşüncelerime tercüman olmuş, onun kaleminden paylaşmak istedim.

EKREM DUMANLI 20.03.2006 PAZARTESİ

Üzülerek söylemek zorundayım; basının tuttuğu mevzi, her geçen gün demokrasinin daha da uzağına düşüyor. Bir hadise zuhur eder etmez oraya damlamak, habere konu edilen kişilerin aile fertlerini didik didik etmek, bu didiştirme esnasında başörtüsü zabıtalığı yapmak, aile fertlerinden herhangi bir kişinin parti bağlantısını, okul kayıtlarını araştırmak, imam hatipli olup olmadığını çok önemli bir suç verisi gibi göstermek, insanların kahvehaneye mi, camiye mi gittiğini tespit etmek, okey oynuyorsa makbul, camiye gidiyorsa tehlikeli telakki etmek, içki içip içmediğini kontrolden geçirmek… Son dönemlerde “araştırmacı gazetecilik”in en mahir üstatları bu göreve kendini adamış görünüyor.

N’oluyor Allah aşkına! Bir ülkede “tek tip insan”, “tek tip toplum” projesi varsa faşizm var demektir. İnsanların inançları ayrı bir konudur (üstelik kimsenin karışamayacağı mahrem bir konudur) görevleri ve o göreve bağlılıkları apayrı bir konudur.

Türk medyası hakkında olumsuz bir şey yazmak istemiyorum, yazmak zorunda kaldığımda üzülüyorum. Ancak, dilim varmasa da gerçeği söylemek zorundayım. Çünkü “Dost acı söyler” nev’inden yazmaya mecburum: Medyanın “adam kayırma” ve “adam harcama” tekniklerine bakınca, insanlar ortada “aşiret medyası” ya da “medya aşireti” olduğuna dair bir duyguya, bir algıya kapılıyor. Keşke bu algı karşısında avazım çıktığı kadar “Hayır, yok öyle bir şey! Türk medyasının adamına göre takındığı katı tutumları değil; evrensel yayın ilkeleri vardır!” diyebilseydim. Keşke görüntü medyatik bir aşiret havası uyarmasaydı. Keşke!

Yazının tamamı için tıklayınız.

Mustafa Hakkında Herşey (2004)

2000 yılından sonra yapılan türk filmlerinde artan kalite gözden kaçmıyor. Ben, halkımızın güzel birşey ortaya konduğu zaman takdir edip hakettiği değeri verdiğine inanıyorum. 2000 öncesi filmlerde yönetmeninden oyuncularına baktığınız zaman biraz daha basitlik ve amatörlük göze çarpıyordu, 2000 sonrasında bu alana önem verilmesi, para yatırılmaya başlanması güzel sonuçlar doğurmaya başladı. Kalitenin artması, başarılı yapıtlar ortaya konması daha fazla seyircinin sinemalara gelmesini sağladı. Son durumda türk sineması endüstrileşme yolunda önemli ilerleme kaydediyor inancındayım. Bundan evvel yapılan türk filmleri sinema sahiplerince hatır, gönül ilişkisi içinde gösterime alınırken Kurtlar Vadisi – Irak filminde olduğu gibi sinema sahiplerinin halen seyirci gelmesini neden göstererek kayıtları ellerinde tutmaları ve filmin doğuda gösterimi başlıyamıyor olması gibi durumlar bunun bariz bir örneği.

Velhasıl ABD’ye geldikten sonra, 2000 sonrası yapılan türk filmleri biraz daha ilgimi çekmeye başladı. Gelmeden evvel okuldan arkadaşlarımda, Mustafa Hakkında Herşey, Komiser Şekspir, Kahpe Bizans v.s. türk filmlerini gördüğüm halde önem verip alıp izlememiştim açıkcası.

Neyse ön yargılarımı kırmaya başladım ben de 🙂 Mustafa Hakkında Herşey (2004) filmini dün izledim. Profosyonel film eleştirmeni değilim tabi ama filmin çekim ve yönetim kalitesi gayet güzel olmuş. Senaryo, eski türk filmlerinin bize artık basit ve klasik gelen zengin-fakir aşk ilişkisi, mafya-kabadayı kavgaları, mafya-polis ilişkileri senaryolarından baya farklı. Filmin senaryosunda neler olduğundan bahsedip izlemediyseniz tadını kaçırmak istemiyorum ama kısaca “Mustafa Hakkında Herşey” filmde yer alıyor diyebilirim 🙂 Mustafa’yı oynayan Fikret Kuskan başarılı çalışmalara imza atıyor, güzel yapıtlarda yer alıyor . Bu filmde de çok başarılı rol sergiliyor. Birçok blogta tavsiye edildiği gibi ben de filmi izlemenizi tavsiye ederim.

İzlediğim filmlerin beğendiğim sahnelerinin ses veya görüntülerini kopyalamak gibi bir hobim var. Bu filmin sonunda da çok etkilendiğim, Mustafa ve Annesinin diyoloğunu mp3 olarak kaydettim. Buradan download edebilirsiniz.

Şahan – Recep İvedik – Yonja.com Üyesiyim

Şahan Kim 500 bin İstemezki
-(Recep İvedik): Adamın asabını bozma, ağresifim, kompleksliyim, yonja.com üyesiyim.
-(Sunucu): İsterseniz ben gidiyim siz tek başınıza yarışın
-(Recep İvedik): 504 tane testimonial’ım var. 670 tane friends’im var. 74 tane message requestim var.Adamın asabını bozma!
-(Sunucu): Sıradaki soru …
-(Recep İvedik): Konuşma LAN! Sor bakalım
-(Sunucu): Evet soru geliyor. Biranın alkol derecesi …
-(Recep İvedik): 5
-(Sunucu): Kaçtır di…
-(Recep İvedik): 5
-(Sunucu): Şıkları okumamı …
-(Recep İvedik): İlerle artık
-(Sunucu): Tamam 5 diyor Recep bey

Bu kısmın mp3’ü için tıklayınız.

sahan recep ivedik

Recep İvedik Fragmanı

Orgeneral Büyükanıt vs Ferhat Sarıkaya

Levent Kırca’nın ‘Olacak O kadar’ programındaki haber bölümündeki gibi ‘Gün geçmesinki ülkemizde yeni birşeyler olmasın sayın seyirciler’ şeklinde bir başlangıç sanırım hem esprili hem de güzel olur. Gazeteler bu ara bas bas Orgeneral Büyükanıt hakkında nasıl dava açılır, böyle birşeye nasıl cesaret edilir diye haberler, yorumlar ve köşe yazılarıyla dolu. Tabi ne döndüğünü bilen bilmeyen herkes bişeyler söylediği için olayın iç yüzünü öğrenmek ve Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın nelere dayanarak bu davayı açtığını merak ediyordum. Hürriyet gazetesi savcının dava ile ilgili hazırladığı iddianamenin tam metnini yayınladı. İddianamenin bence en önemli bölümleri tanıkların ifadelerinin olduğu bölümlerdi. Kolay okunabilmesi için ben de sanıkların ifadelerini ayrı dosyalara koyup burada da bahsediyim diye düşündüm. Özellikle Mehmet Ali Altındağ’ın bahsettikleri çok çarpıcı. Tabi şu an için sadece onun ifadeleri var elde , adaletin yerini bulabilmesi için diğer tarafların da dinlenmesi gerekiyor. Yalnız kişisel olarak bişey eklemek istiyorum, Diyarbakır’dan Mehmet diye Marmara Tıpta okuyan bir arkadaşım vardı. Mehmet Ali Altındağ’ın ifadesinde bahsettiği para alma, gecenin bir vakti adam götürme olaylarının ailesinin başına birçok kez geldiğini anlattı. Amcasının ailesi önünde üst düzey bir asker tarafından tokatlandığını, nezarete atıldığını ve işkence gördüğünü anlattı. İnşallah bu işlerin iç yüzü ortaya çıkar kim haklı kim haksız anlaşılır.

1- Mehmet Ali Altındağ
2- Mehmet Salih Yıldız
3- Metin Tekce
4- Hursit Tekin
5- Esas Canan

Mehmet Ali Altındağ’ın ifadesinden bir kesit:
SORU – Bu 90 işadamının, Diyarbakır’da, sizin dışınızda hiç kimse bu Ali Kaya’dan davacı, şikâyetçi yahut bu gruptan şikâyetçi oldu mu olmadı mı?
CEVAP – Çok önemli bir soru. Millet o kadar korkutulmuş ki Beyim, bunları bir Azrail gibi; yani, aman, bir daha gözaltına alınmayayım, bir daha benim… Benim çocuğum niye gidiyor ona 7 milyar para veriyor; korkudan. Korkutuyorlar. Yani, hiç kimse, kendi canını kurtarma pahasına… Yani, zar zor kendini kurtarıyor. Kim, kimin haddine düşmüş, kimi şikâyet edebilir? Kimde bu yürek var? Mesela, bak, ben diyorum ki açıkyüreklilikle, bak, Kara Kuvvetleri Komutanı -gelsin, benim karşımda, bütün efkârı umumiyeye açık oturum yapalım, açık televizyonda konuşalım- suç işlemiştir ve kilit noktadadır bunlar. MİT Başkanı, o günkü MİT bölge Başkanı suç işlemiştir ve bu girişimleri o tertiplemiştir ve Ali’yi kullanmıştır ve jandarmayı kullanmıştır, jandarma istihbaratını kötü şekilde kullanmıştır. Bunlar suç işlemişlerdir. Yani, vatana ihanettir bunlar. Bakın, bu bilgisayara bakın, her şey açık. Bilgisayar diyorum, internete bakarsanız, her şey açıktadır. Yani, biz kimseye şey etmiyoruz. Ha. bununla beraber, arz edeyim, o zaman, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Fikret Demirtaş ve 2000’de bu paşa orada yoktu; yani, ben geldim ona söyledim “Paşam” dedim… Harekât Başkanıydı. Ben resmen geldim, benim oğlum daha rahmete gitmeden. Rahmetli Emİn’le beraber gittik, randevu istedik, bizi aldı içeriye. “Paşam, kolorduda ve sizin imzanıza; yani, sizin adınıza -bir kolordu komutanı adına diyor, imza ediyor- böyle bir sahte belge tanzim edilmiştir. Siz de farkındaydınız, niye böyle oldu Sayın Paşam” dedim. Aynı böyle güldü, sırıttı; dedi ki: “Mehmet Ali Bey, ne yapayım, memleket dolu iblisleşmiş. “Memlekette iblis çok” dedi, “iblisleşen insanlar, ben ne yapayım” dedi. Aynı bu cümle. Ben sonradan yazı da yazdım, “Sayın Paşamın iblisleri kimdir acaba” dedim. Cevap yok. “Ne yapalım, herkes iblisleşmiş” dedi.
SORU – PKK yapmadı; ama, PKK’nın kullandığı milisler yaptı diyorsunuz.
CEVAP – Tabiî… PKK’yı kullanan; yani, parayla kullanan militanlarını… Bu yakıldı. Her nedense, 1994’te, 1994’ün temmuz ayında burada Millî Savunma Bakanlığında Hava Kuvvetlerinin bir ihalesi yapılıyordu ve o ihaleyi benim çocuğum alıyor burada; yani, yüzde 18 kırımla Emin Altındağ’da kalıyor; 1994’te. Bütün dosyalar, şartnameler, her şey haiz olmakla beraber. Ondan sonra, sözleşme yapılırken derhal dosyayı noterden geri çektiriyorlar. Nedir, neyin nesidir? “Bu firma sakıncalıdır” diyor. Hani, siz sordunuz ya, “bu firma sakıncalıdır, bununla iş yapmayın…” Yahu, kardeşim, onbir seneden beri ben çalışıyorum; sakıncalıyım ne; benim devlet yayınlarım var. Benim oğlum beni çağırdı, ben gittim. Geldim, Millî Savunma İnşaat Emlak Daire Başkanı Mustafa Erbay Paşa var, onun yanına çıktım. Paşam, hayırdır dedim. “Vallahi, Mehmet Ali Bey, çok gizli bir rapor bize gelmiş.” Nereden gelmiş Sayın Paşam? “Vallahi, kaynağı Diyarbakır’dan gelmiş.” Nasıl, Diyarbakır’dan kimden gelmiş? “Diyarbakır Valiliği ve Asayiş Bölge Komutanlığından gelmiştir, sakıncalısınız. Siz bırakın, bu iş zaten gitti, artık buna bir bardak serin su için; ama, Türkiye’deki yapılmakta olan diğer işleriniz de iptal ediliyor” dedi. O kadar ki hain olduk; bir çırpıda hain olduk yani. “Ama, bana göre, benden sorarsanız, ben bir sınıfta öğretmensem, o sınıfta kaç tane çocuk varsa, notlarını hep ben veriyorsam, firma olarak ve Mehmet Ali Altındağ olarak sizin notlarınız bende 10, 10, 10, 10…” O adam hâlâ hayattadır; ama, nedense… Ben, hemen, çıktım; sağ olun… “Getir bana bir düzeltme kâğıdı, ben işi düzelteyim” dedi. Ben çıktım, geldim, burada Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan’dı. Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’dı, İçişleri Bakanı da Nahit Menteşe idi. Ben şeyi aradım, dedim “Sayın Valim, siz 24 saat burada gazetemizi okuyorsunuz ve Diyarbakır’a ulusal basın gelmeyince bizim gazetemiz devlet yayını çıkmıştı. Nasıl oldu da biz hain olduk?” “Olamaz, nasıl olur” dedi. Dedim “efendim, böyle…” “Aç generali. Millî Savunma Bakanlığı Müsteşarını aç, ara, söyle kendisine.” Aradı, benim yanımdaydı. “Vallahi, paşam, olamaz. Ben Diyarbakır’dan Ankara’ya sabahleyin geliyorum” dedi. Ve sabahleyin atladı geldi. Bakın, hayattadır Ünal Erkan, sorabilirsiniz. Geldi “Paşam, eğer Diyarbakır’da, o bölgede bu firma sakıncalıysa, ben kellemi veriyorum. O bölgede devlete en yakın ve en sadık insan bu firmadır ve bu ailedir. Siz nasıl…” dedi. “Vallahi, biz de biliyoruz; fakat, İçişleri Bakanlığından böyle bir rapor gelmiş, ne yapayım, biz yapamayız” dedi. Ünal Erkan Emniyet Genel Müdürünü aradı “Mehmet Bey, mesele böyle böyle” dedi. “Olamaz…” O da inanmadı. Bakın, o da inanmadı. Onun yanına gittim. Talimat verdi, dosyadan çıkardılar. Orada, Eşref Hatipoğlu İl Jandarma Alay Komutanıdır ve demin bahsettiğimiz o ailenin çok sadık ve yakın dostudur -Kaya’nın- ve İl Valisi, Vali Yardımcısı Yılmaz Aydoğan -o da Vali Yardımcısı- o aynı o dostluk içerisinde. Bunlar, Bölge Komutanlığının sahte bir istihbarat bilgisiyle hakkımızda böyle bir bilgi hazırlıyorlar. O bilgi dosyadadır. Şimdi, diyorlar ki: “Altındağ ailesi, Mehmet Ali Altındağ ve 4 tane kardeşi -benim 4 tane çocuğum var, benim her 4 çocuğumu da kardeşim yapıyorlar, kardeş yapıyorlar Bunlar PKK’yla mücadele verdiler; fakat, PKK onlardan birisini öldürdü.” Aynı yazı, resmî yazı. “Birisini öldürdü, bunlar korktular, teslim oldular artık. Bunlardan bir hayır gelmez, sakıncalıdırlar, bölgede artık devlet ihaleleri bunlara verilmez.” Böyle… Bu bilgiyi aldım götürdüm…

İlhan Cavcav, Bedrettin Dalan ve ‘gibi’ benzerliği

Gündemde olan konulara şu ana kadar blog da hiç değinmedim. Yurtdışında olmamdan dolayı haberleri yazılı medyadan takip ettiğim için sanırım biraz daha etkileniyorum, gündemi okuyunca hafızamın biraz derinlerinden bişeyler hatırlıyorum, onun için son dönemde İlhan Cavcav’ın FB ile ilgili söyledikleri ve ‘gibi’ benzetmesi bana bir anımı hatırlattı.

Yer: Yeditepe Üniversitesi
Tarih: 19.11.2003

KKTC eski cumhurbaşkanı sayın Denktaş, Yeditepeyi ziyaret ve bir konferans verme amacıyla üniversitede bulunuyor. Ortalık baya bir hareketli, korumalar, üniversitenin güvenlik elemanları, makam araçları v.s. bilirsiniz işte, büyük insanlar geldiği zaman olanlar. Yeditepe’nin ünlü sarı servisleriyle Denktaş’ı 5-10km. hız ile kampüs içinde dolaştırıldı, etraf gösterildi ve bişeyler anlatıldı. Daha sonrasında rektörlük binasına geçtiler, konferans esnasında dersi olan hocalara haber verildi ve öğrencilerin tamamının konferans salonuna götürülmesi istendi. Konferans salonuna neredeyse ağzına kadar dolu.

Sayın Denktaş Güney Kıbrıs rumları ve Yunanistanın planlarıyla ilgili baya hararetli bir konuşma yaptı, bu arada Dalan da bir kenarda, ayakta pür dikkat onu dinledi. (bkz. KIBRIS’TA SON DURUM – Gökçen Çatlı) Denktaşın konuşması gerçekten etkileyiciydi, tüyleri diken diken eder cinsten, kapanışı da çok güzel yaptı ve Dalan yanına geldi. Denktaş mikrofonu Bedrettin Dalan’a bırakıp, yanında beklemeye başladı. Dalan konuşma ile ilgili duygularını ifade etti,kendi yorumlarını, Türkiye’nin bu konu ile ilgili alması gereken rolü anlattı ve sonucu bağlarken, İlhan Cavcav’a benzettiğim bir gaf yaptı. ‘Gençler Atatürk’ün Nutkunu Kuran-ı Kerim gibi tutacaksınız’ dedi.

İlhan Cavcav’ın FB’yi PKK benzetme yoluyla aynı kefeye koymasıyla Bedrettin Dalan’ın Kuran-ı Kerim’i Atatürk’ün Nutku ile aynı kefeye koyması, aynı ölçüsüzlüği ve benzersizliği taşıdığını düşünüyorum. İlhan Cavcav’ın sözleri bana bu anımı hatırlattı işte. 🙂

İrem ve Hayalet Sevgilim

Eminim bir şekilde siz de İrem ve Hayalet Sevgilim şarkısından haberdar olmuşsunuzdur. Haberiniz yoksa google’dan hayalet sevgilim şeklinde aradığınızda çıkan sonuc sayısına bir bakın. Şu anda 35.000 olarak gözüküyor, şarkının bir de hikayesi var. İrem sevgilisini aldatır, sevgilisi bundan haberdar olur çok üzülür o gün kaza geçirir ve vefaat eder. Bunun üzerine İrem buna çok üzülür ve bu şarkıyı yazar.

Ama şarkı 51 Promil adlı bir gruba ait diye başka birşeyler daha çıktı, şarkının bu grup tarafından söylenen haline bu adresten ulaşabilirsiniz. 51 Promil grubu bu şarkının asıl sahibi gibi duruyor ama google’dan onları da arattığınız zaman daha ekim ayında grub için birilerini aradıklarını görüyorsunuz. Bana sanki ortalıkta kimse yokken, şarkının da hikayesi tutmuşken ortamı dolduralım gibi bir düşünce ile yapılmış gibi geliyor.

1-2 hafta aradan sonra USA’dan devam

Türkiye’de beyin göçü söylemini devamli sürdürdügümüz bir dönemde ben de ABD’ye gelenler kervanina katildim. Şu anda Arlington – Texas’ta University of Texas At Arlingtonda yüksek lisans için bulunuyorum. Genelde lisansa baslarken de bitirirken de çogumuzun söylemi yurtdisina çikip görmek seklinde, ben de bu hayali gerçeklestirmekten aslinda su an için mutluyum (belki erken ama :))

Geçen 5 gün içinde egitim sistemlerinde ençok gözüme çarpan ve hosuma giden nokta, hocalarin okula para getirme zorunlulugu. Doktora ögrencileri tezlerini tamamladiktan sonra hocalik için üniversitelere basvuruyorlar. Basvuru miktari çok fazla oldugu için kabul orani eskiye nazaran baya azalmis durumda. Bu asamada üniversitelerden kabul alirlarsa, orada hocalik görevine basliyorlar, bu arada bizdeki gibi artik maasi al yoluna devam seklinde birsey yapamiyorlar. Okulda ders vermeye basladiktan 6 yil içinde üniversiteye en az 1 milyonluk (ama istenen miktar olarak 2-3 milyon dolar) getiren projeler bulmak zorunda. Ama bunun yaninda, yillik 80 belki 100 bin $ maas aliyorlar ve sosyal imkan olarakta çok müreffeh bir hayat sürüyorlar. Akademisyen olmayipta piyasada mühendisligi seçerse o kadar rahat bir yasam standardina sahip olamiyor. Bu arada üniversite hocayi saldim çayira seklinde degerlendirmiyor, 3. yilinda teftis ediyorlar, eger o zamana kadar para getiren proje bulmadiysa yada proje bulmus ama üzerinde çalisma yapmiyorsa hakkinda kötü rapor veriyorlar. Raporun kötülük derecesine göre 3.yilin sonunda hocayla yollari ayiriyorlar. Eger projede umut varsa ve parasal katkisi olacaksa bu süre 6 yila kadar uzuyor. 6 yil sonunda daha kapsamli bir kontrol ve ona göre yola devam etmiyeceklerinin kararini veriyorlar.

Hocalarin okul içindeki gücü ve etkisi aldigi projelere ve üniversiteye olan mali katkiya belirleniyor. Bize göre çok kapitalist bir düzen gibi görünüyor fakat sistemin ayakta kalmasi ve devamliligi için böyle bir konu sart. Keske buna benzer, endüstri ve akademik çalismalarin birbirine kenetlendigi bir egitim yapisi Türkiyede de olsa ve arastirmalarin, makalelerin miktari burada oldugu kadar artabilse…

baslamadan biten sevdaya yeni bastan:)

b2evolution ile baslayan sevdamiz maalesef yari da kaldi. feedvalidator adresinden girip blogumuzun rss’i gerçekten tanimlara uyuyor mu diye kontrol etmek istedim fakat devamli alakasi yerlerden hata aldim. Bunun üzerine encoding type kismini kontrol ederken iyice bütün dil tipleri birbirine karisti. Aslinda birbirine karistirmak lafini kullanmak çok ta yerinde degil, çünkü b2evolution’in forumunda bu konu basligi altinda açilan konular oldugunu gördüm demekki bu konu simdilik çözümsüz gözüküyor diyerek, bu içerigi size iletmemi saglayan word press’e geçisi yaptim. Default temasini çok begenmedigim için üstüne kendi sayfasindan indirebileceginiz connections temasini yerlestirdim gayet hos durdu bence.

WordPress’in tema yönetimi çok kolaylastirmislar. Tavsiye ettigi sitelerden birinden begendiginiz temayi indirip wp-content/themes/ altina zip’li dosyayi açmaniz yeterli, ondan sonra management kismina gelip yüklediginiz temayi kolaylikla degistirebiliyorsunuz. Artik word press ve temalar üzerinde modifiye yapma adimina geçicez yavas yavas önümüzdeki günlerde:)

printf(“hello world”);

Merhaba diyerek baslamak bir türlü nasip olmadi bugün. b2evolution’un kurulumunu sabah 6’da tamamlayip ilk mesajimi yaziyim istedim ama “permission denied” larla karşılaşınca “easy installer guide” dan devam etmeye başladım. Saat 13:22 itibariyle bir MERHABA der hale gelebildim nihayet.

2 hafta evvel gördügüm ve birden bire vuruldugum rss ile çok kisa bir sürede ahbap olup, sitemdeki siirleri bile o hizla rss formatinda yayinlar duruma geldim. rss feed leri ararken bir de baktim bloglarda bir dünya yatiyor, gününün yarisini internette geçiren birisi olarak bir blogda ben katiyim bu dünyaya diyerek blogumla karsiniza geldim.

Artik yazilarimla, gün içinde gördüklerim,ögrendiklerimi size aktarip yeni baslayan ve su anda devam etmekte olan arkadaslara faydali olmaya calisacagim. “Comment” leriniz ve e-maillerinizle katilimlariniz tabiki beni çok mutlu kilacaktir.

css.php