İçeriğe atla

Birbiriyle Yarışan Aynı Kulvarın İnsanları

Dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum, toplumlar halinde yaşayan insanlar kendileriyle belli ahlak kavramları içerisinde adeta yarışıyorlar. Necip Fazıl’ın o veciz ifadesiyle, “oluklar çift, birinden nur akar birinden kir” dediği gibi. İyilikte yarışanlar bir kulvarda giderken, ömürlerini dünyaya adayan insanlar da ayrı bir yarış içindeler ve bu yarışlar nedense ahlaksızlık ve hayasızlık istikametinde artarak devam ediyor.

Kadınlar ve erkekler haya duygusunu yitirdikçe, sınırlar aşılmaya başlıyor. Önce mahrem diye bildiğimiz vücut bölgelerinin fâş ediliyor. Erkek için kısa kollu tişört olabilir, bayanlar için yine kısa kollu bir tişört veya gıdık bölgesinin gösterilmesi olabilir. Ondan sonra giyilen kıyafetlerin boyunun kısalması, uzun eteğin kısalması, diz altına gelmesi süreci başlıyor. Önemli toplantılarda veya iş görüşmelerinde, mini etek giyilebilir hale geliyor. Bu süreçte başka bir boyut da örneğin denize girme alışkanlığında yaşanıyor. Baştan belki bayan olmasına rağmen şortla v.s. ile girerken artık bikini yani bildiğimiz “iç çamaşırı olan don ve sütyenin renkli hali” ile ortalıkta dolaşma durumu başlıyor. Türkiye’de bu işin ilk temelini atan yerler orta okullar ve liselerdir.

Perdeler yırtıldıkça o kişinin gözünden kendi dünyası ile etrafı da kendi değer normlarına göre normalleşiyor. Etrafında o tarzda insanları görmeyi arzu ediyorlar. Eşlerini ve hayat arkadaşlarını o şekilde belirliyor. Bu şekilde bitmiyor. Bu sefer çocuklarına sıra geliyor. Çocukları doğduğu zaman, yola çıktıkları kıyılardan artık çok uzakta başka limandalar, yani yaşama bakış açıları bambaşka bir hal almış ve o anki değer yargıları neyse çocuklarını da oradan yetiştirmeye başlıyorlar. Yani ne kadar kirlenmişlerse, yeni gelen nesil o kirliliğin içine doğmak zorunda kalıyor.

Burada dikkat çeken ama bir o kadar da rahatsız edici bir hatıra anlatmak istiyorum. South Carolina’da doktora yapan bir arkadaşımın birebir gözünün önünde gerçekleşen bu olayda, iki genç kız var. Bu kızlardan bir tanesi diğerine kızmış ve sokak ortasında bağırıp çağırıyor. En sonunda, çok afedersiniz, “senin benden farklı neyin var, işte bendekiyle aynı” diyerek, iç çamaşırlarını çıkartıyor. Aynısını karşısında bağıran kız da yapıyor ve durum söz de eşitleniyor. Sokak ortasında gerçekleşen olayın garabetine bakar mısınız? Peki bu genç kızlar, en mahremlerini nasıl sadece bir organa indirecek bu noktaya geldiler? Bunun cevabını aramaya, Amerika’da ortalama bekâretin yitirilme yaşının 13 olduğuyla başlarsınız, daha iyi anlarsınız. 18-20 yaşlarına kadar neler yaşanıyor, yani mahremiyet perdesi denebilecek neredeyse birşey kalmıyor.

Sanırım bu durumlardan dolayı, Amerikan imparatorluğu bir toplumu ele geçirmeye ilk televizyonlardan ve filmlerden başlıyor. Görmedikleri şeyleri onlara göstermek ve gözlerindeki perdeleri yırtmakla başlıyorlar. Perdeler yırtıldıkça, kendisini daha medeni sanan bir toplum ortaya çıkartıyorlar. Bu toplumlar da kendilerinde yine bu belirlenen kulvarlarda ve yarış kuralları içeresinde, “ahlaksızlık ve hayasızlık” yarışı içinde yuvarlanmaya, nesilden nesile aktarılan bir hastalık olmasından dolayı da içinden çıkılamayan kronik bir vakıaya dönüşüyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Time limit is exhausted. Please reload CAPTCHA.

css.php