İçeriğe atla

Yasam - 3. sayfa

Gerçek Aritmetik

Anayasa Mahkemesinin 11 üyesi, 70 milyonluk Türkiye’de oy verebilecek durumda olan 35 milyonun 16.5 milyon oyunu almış bir partiyi kapatmaya kalkıyor. Cumhuriyetçiyiz diye sokaklarda yırtınanlar, halkın kendi kendine seçip yönetilme hakkını elinden almak için yapılan bu harekete birşey demezler. Ama burada bir gerçek ortaya çıkıyor. SEÇKİNLER, KONT, DON v.s. ünvanıyla anılabilecek seçiçi bir zümre topu topu 40 yıllık geçmişi olan bir kuruluş vasıtasıyla ülkenin kaderiyle oynama yetkisini kendisinde buluyor. Bir de dönüp bakıyorsunuz, şu anki anayasa 11’inin tohumları Ahmet Necdet Sezer tarafından atılmış. İsimlere bakıyorsunuz Ahmet, Haşim, Abdurrahman yapılanlara bakıyorsunuz aklınız almıyor. Amerika ve dolayısıyla dünya ekonomisinin en çalkantılı olduğu bir zamanda, tarihlerle intikam almaya çalışırcasına bu işlerin içine giriyorlar. Malumunuz bundan önce başka bir kapatma davası 14 Mart 2003 tarihinde de gündeme getirilmişti. Aynısı 14 Mart 2008 tarihinde gündeme getiriliyor.

Türkiye’deki kurumların periyodik takvimleri beni şaşırtıyor. Asker her 10 yılda bir darbe yapmış. Neden? Her 10 yılda bir çarkıfeleği döndürüyorlar, birgün ite eti ertesi gün ata otu veriyorlar. Bundan 10 yıl önce 28 şubat yaşatıp siyasi hükümeti yerinden atıyorlar. 10 yıl sonra MİT – JEKOM tartışmaları arasında, bu işlerin arkasında insanların gizli çekimleri youtube’a aktarılıyor. Ondan sonra bir bakıyorsunuz tekrar kapatma davası. Afrikaya gülüp geçeriz ama Türkiye’de çevirilen pandominoların Afrikadan kalır tarafı yok. Devamlı hasımlaşma, birbirini kırdırma, gerileme politikası.

Siyasi parti kapatmalar toplumun bir kısımında infiale sebep olurken, bir kısımda “oh oh canıma değsin” kıvamında bir rahatlama oluşturuyor ama birbirine komşu bu iki grubun arasındaki husumet ve boşluk iyice açılıyor. Laikliğin manasından bi haber olan bu kısım, amerikaya gelip üniversitelere başörtüsüyle giren, kendilerine ayrılan üniversite koridorlarında namaz kılan müslümanları gördükleri zaman dahi dudak büküp “bak şu gericilere” diyorlar. Amerikalı laiklik kavramını içine sindirmiş ama bunların içindeki laiklik değil, islam düşmanlığı olduğu için Amerikada dahi olsa halen nefretlerini muhafaza ediyorlar. Ondan sonra televizyona çıkıp, “Türkiye İran olmayacak” diye nara atıyorlar. İran nerede Türkiye nerede, bundan bile haberleri yok. İran’ın nasıl bir yönetimi olduğu, nasıl bir topluma sahip olduğu, hangi ülkelerle ilişkide olduğu v.s. gibi hiçbir bilgiye sahip olmayan bu gerici papağanlar, kendilerine mikrofon verildiği zaman “Türkiye laiktir laik kalacak” diye bağırıyorlar. Türkiye’nin laik kalmasıyla ilgili bir sorunu olan var mı? Yok. Türkiye’nin Cumhuriyet olarak kalmasıyla ilgili bir sorunu var mı? Yok. Eee derdin ne? Takiye yapıyorsunuza dönüyor iş hemen. Yahu arkadaş ben senin gibi beş paralık adama karşı niye takiye yapayım, soruyorsun cevap veriyorum. Türkiye laik olmasa önce alevi-sünni, sonra da azınlıklar-müslüman kavgası çıkacak. Ben bunu niye isteyim? Türkiye Cumhuriyet olmasa, başımıza asker çullanacak. Ben bunu niye isteyim? İşte aklını efes pilsen kapaklarında, gözlerini hürriyetin arka sayfalarında bırakmış bu zihniyet ile Türkiye hiçbir yere gitmeyecek. Aynı tekneye binmiş iki kişinin farklı yönlere kürek çekmesi, ileri gitmeyince de küreklerle birbirinin kafalarına vurmaya çalışmalarından başka birşey değil ortalıkda dönen.

Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci

Cumhuriyet Savcısı Salim Demirci ye ait olduğu iddia edilen yeni bir vidyo youtube’a aktarılmış. 28 Şubat’ın 10 yıl sonra Şubat sonu Mart başında tersine dönmüş gibi olduğunu düşündüren bu vidyoların sonu nereye gidiyor merakla bekliyorum. Başbakana ve Diyarbakır Valisine küfürler edilen bu vidyoyu dinleyince insanın şaşırmaması mümkün değil.

Askerimizi 1 Gün içinde Çekmemeliydik

Gündem Genel Kurmay tarafından yapılan açıklamaya kilitlendi. Türk askeri Kuzey Irak’tan nam-ı diğer Kürdistan’dan çekildi. Bush gibi uluslararası siyasi dengeleri Amerika’nın menfaatine en uygun şekilde dengelemeye çalışan bir dengesiz bile Irak’ın Kuzey kesimine dün Kürdistan diye seslendi. Bu basit bir dil sürçmesi değil, bu net bir politik şekillenmenin işareti. Bununla neyi ifade etmek istedi sorusuna kapsamlı bir cevap bulmak şu an için mümkün değil. Kendi politikalarımızı kendimiz belirleyemez halde olduğumuz için bekleyelim görelimâ€? yaklaşımıyla çevirilecek filmleri izlemeye devam edeceğiz.

Yalnız benim çok ağırıma giden; askeri kanat olarak da, siyasi kanat olarak da bu hareket çok kararlıâ€?, bu sefer bitirmeden ayrılmayacağızâ€?, yurtdışında ateşelerimiz aracılığıyla büyük bir siyasi atağa geçtik herkes onayladıâ€? diye açıklamalar yaptıktan sonra Amerika’nın bir kaş hareketiyle askerimiz çekmek durumunda olmamız. Dün kabadayılar gibi asarız keseriz dedikten sonra bugün kuyruğumuzu kısıp askerimizi geri çekmemiz gerçekten bize yakışmadı. Görüntü icabı dahi olsa orada 1 hafta belki 1 ay kalınmalı, dosta düşmana biz buradayız dost düşman bunu böyle bilsinâ€? dememiz gerekiyordu.

İşin belki onlarca boyutu var ama bunlardan bir tanesini gözden kaçırmamız gerekiyor. İstihbari ve teknolojik EKSİKLİÄžİMİZ.

Nedir bu istihbarat?

İnsansız Uçuş Araçları ingilizcesi Unmanned Aerial Vehicles. Ne yapar bunlar? Uçar. Nasıl uçar? Yüklediğiniz programa verdiğiniz koordinatlara göre uçar görevini yapar geri gelir. Üstüne insan sıcaklığına duyarlı termal kamera takarsınız, dolaştığı arazideki insanları tespit eder. Üstüne gece görme kabiliyeti olan kameralar takarsınız, size Infrared çözünürlüğü olan görüntüler sağlayarak düşmanın yerini o an bulunduğu koordinat zaman ve daha alınabilecek ne gibi bilgi varsa onlarla birleştirerek tespit etmenizi sağlar. Türkiye bunlardan yapabiliyor mu? YAPAMIYOR. Neden? Üniversitelerdeki rektörler, dekanlar BAŞÖRTÜSÜYLE uğraşıyor. Neden? Bu adamlar araştırma yapıp uluslararası makaleler yayınlamak, TÜBİTAK’tan destek alıp doktora ve master öğrencileriyle ortak projeler geliştirmek yerine, siyasetle uğraşıyorlar. Benim gibi bunların saçmalamalarından bunalmış vatan evlatları Amerikada yaşıyor, yaptıkları araştırmalar Amerika’nın menfaatine kullanılıyor, çünkü projelere milyon dolarlık desteği Amerikan hükümeti (National Science Foundation NSF) sağlıyor.

Nedir bu teknoloji?

Hürriyet ve milliyet gazeteleriyle bariz fikir ayrılıklarım olduğu aşikar. Ama kendilerinin milli konularda hazırladıkları yazıları takdir etmiyor değilim. Bunlardan bir tanesi Fatih Çekirge tarafından 21 Ocak 2008′de yayınlandı. Bu yazıda Türkiye’nin sahip olduğunu düşündüğümüz F16′larla ilgili çok rahatsız edici bilgiler öğrendik. Altta onun yazısından kesiti ekliyorum ama bilgi kısaca şu. F16′lar bizim gibi görünse de üstündeki program ABD’nin. Eee? Eeesi kimin düşman kimin dost olduğuna ABD’nin yerleştirdiği bu yazılımlar karar veriyor. Ege’de Yunanistanla birbirimizi girmemiz an meselesiyken bile giremiyoruz çünkü F16′lar birbirini dost olarak tanıyor dolayısıyla ateşlemelerine izin verilmiyor. Onun için de İstanbul E-5 te milletin birbirinin önüne kırdığı gibi Ege semalarında it dalaşı yaşanıyor. Bununla ilgili detayları aşağıda okuyabilirsiniz ben de sözlerimi birkaç şeyle sonlandırıyorum. ABD ABD’den başka hiç kimseye dost değil. Amerikan TV’lerini; CNN, Fox News diğerlerini izlerseniz en çok duyacağınız deyim şudur ‘American interest‘ yani Amerika’nın menfaati. Tartıştıkları konu, Pakistanda kadın öldürüldüğü zaman Amerikan’ın menfaati bu durumdan nasıl etkilenir? Türkiye Kuzey Irak’a operasyon düzenlediği zaman tartıştıkları tek konu Amerika’nın menfaati bundan nasıl etkilenir. Onun için, bilhassa üniversitelerdeki dangalakların bir an evvel kendilerine gelmeleri, Amerika’da yaşayan yüzlerce doktora öğrencisinin, binlerce master öğrencisinin Türkiye’ye dönüp barış içinde inançlarıyla yaşayabileceği sulh ortamını hazırlamaları ve Türkiye’nin gelişmesi için canımızı dişimize takıp birlikte çalışabileceğimiz koşulları oluşturmaları gerekiyor.

Düşmanı tanımasına ABD izin vermiyor YILLARDIR süren bir çalışma… Bir arayış. Bir beklenti… Soru şu:

– ABD’den alınacak 30 adet F-16 savaş uçağına milli yazılımâ€? takılacak mı? Yoksa ITT denilen ABD’nin hazır cihazı mı takılacak?Bu soru Türkiye’nin savunma sistemleri açısından hayati bir önem taşıyor. Türkiye 20 yıldır milli yazılımâ€? için çalışıyor. Acaba son olarak alınacak 30 adet F-16’ya milli yazılım yüklenebilecek mi? İşte cevap:

/_newsimages/4818243.jpg

Hayır.– Neden?

Çünkü ABD Türkiye’ye izin vermiyor.– Peki milli yazılım ne demek?

Milli yazılım F-16’ların elektronik harp sistemlerinde kimin dost kimin düşman olduğunu ayırt etmeye yarıyor. Eğer ABD’nin taktığı yazılımı kullanırsanız, o uçağın savaş sistemi kimin dost kimin düşman olduğunu o cihaza göre tanıyor. Ve ona göre savaş sistemi çalışıyor. Yani bir uçağı dost olarak algılarsa pilot ne yaparsa yapsın ateş etmiyor.KARIŞIKLIK OLURMUŞ Önceki gün milli yazılımâ€?la ilgili olarak soruyorum:

30 adet F-16’ya milli yazılım yüklenip yüklenmeyeceği konusu ne oldu? Karar Başbakan Tayip Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’a kalmıştı. Ne oldu?En yetkili ağızdan cevap:

ABD milli yazılım yüklenmesine karşı çıktı.– Gerekçesi ne?

– Hazırladıkları sistemde karışıklar meydana gelebilirmiş.– Eğer ısrar edersek ne olur?

– Daha önce helikopter ihalesinde ısrar ettik. ABD bu yüzden ihaleye katılmadı. Bu durumda F-16’ları satmayabilir. Aslında bu yazılım var. Ama ABD takılmasına izin vermiyor.

Evet manzara bu…

BİR KORKU OYUNU Yani biz bir yanda Kuzey Irak’ta başarılı vuruşlar yapıyoruz. Diğer yanda vuracağımız hedeflerin belirlenmesinde ya da örneğin havada kimin dost kimin düşman olduğunun tespitinde milli bir süzgeçâ€? gerçekleştiremiyoruz. Örneğin Ege’de yüzlerce kez Yunan jetleriyle Türk jetleri it dalaşı yaptılar. Milli yazılım olmadığı için Yunan ve Türk jetleri birbirlerini düşman olarak algılayamıyor. ABD’nin taktığı cihazda Yunan jeti NATO gücü olarak dost gözüküyor. Bu yüzden it dalaşıâ€? oluyor… Birbirine ateş edemeyen iki ülkenin jetleri yıllardır böyle dalaşıpâ€? duruyorlar. Peki bu bir oyun mu? Evet oyun… Milyarlarca dolarlık bir korku oyunuâ€?…

Helal Gıda Konferansı İstanbul 2008

gimdes
GİMDES HELAL GIDA 2008 Organizasyon Komitesi 24 Şubat 2008 Pazar günü,İstanbul FESHANE’de ULUSLARARASI HELAL GIDA konulu bir konferans tertipliyor.

GİMDES, ülkemizde ilk defa önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapacak. 24 Şubat Pazar günü, Kongre ve Fuar Merkezi FESHANE’de tertiplediği konferansa yurt içinden ve yurt dışından yoğun bir ilgi gösterildiği bildirilmektedir. Konferansta Amerika ve Kanada’da Helal Sertifikasyon çalışmalarını gerçeleştiren ISNA ve IFANCA yöneticilerinden Mazhar Huseyni ve Ahmed Sakr, Endonezya’dan İslam Ulema Meclisi Başkanı Dr. M.Nadratuzzaman Hosen, Hollanda’dan İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.A.Akgündüz, yurt içinden Prof.Dr Mustafa Nutku,Tim Başkanı Oğuz Satıcı, İlahiyatçı Dr.Mehmet Çelen. Dr.Mustafa Hasbahçe ve Gıda Yük.Müh. Ayhan Kentbuğa’nın birer tebliğ sunacakları öğrenilmiştir.Sabah 9.30 dan akşam 18’e kadar yoğun bir tempoda yürütülecek konferansa Devlet ve Hükümet Adamları, Bakanlık Bürokratları, Müslüman ülke misyonları, Partiler, Meslek Odaları, Meslek Kuruluşları,Akademisyenler ve Gıda Üreticilerinin davetli olarak katılacakları bildirilmektedir. Konferans Tertip Komitesinin 1000 cıvarında katılımın olacağını var sayarak hazırlıklarını sürdürmekte olduğu, toplantı boyunca verilecek ikramlarda Helal ve sağlıklı olma şartlarının titizlikle takip edilmesini kararlaştırdığı gelen haberler arasında bulunmaktadır.
GİMDES’in Konferansla ilgili açıklamaları şöyledir:

“GİMDES “HELAL GIDA 2008 Organizasyon Komitesi 24 Şubat 2008 Pazar günü,İstanbul FESHANE’de ULUSLARARASI HELAL GIDA konulu bir konferans tertipliyor.

Konferansın Hedefleri:(“GİMDES “HELAL GIDA 2008) Uluslarası Helal Gıda Konferansı aşağıdaki stratejik inisiyatifleri hedeflemiştir.
1. Müslüman toplumun Helal Gıda beklentilerini güvence altına alma
2. Helal Sertifikalı ürünlerin dünya pazarlarında yaygınlaşma trendi
3. İthalat pazarlarında Türkiye için azami faydayı sağlama
4. Türkiye’yi, Helal ürünlerin yüksek seviyede kompedan bir üreticisi ve imalatçısı seviyesine yükseltme.
5. Helal ürünlerimizin yüksek kalitesi ve orijinalliği üzerinde ithalatçı ülkelerin devlet ve tüketicileri üzerinde güven oluşturma
6. İthalatçı ülkelerden Türkiye’ye yatırım akımının finansmanını kolaylaştırma

KONULAR VE KONUŞMACILAR

Endonezya, ABD, Avrupa, ve ülkemizden konunun uzmanları ve karar yapıcıları Helal Gıda ve Sertifikasyonu hakkındaki anahtar soruları cevaplandıracaklar ve ana konuları anlatacaklardır.

KONULAR:
• Gıda katkı maddelerinin Helal olma şartları
• Transgenik gıdaların Helal olma istekleri ile karşılaştırılması
• Helal olma isteklerinin standartlaştırılma durumları ve fıkhi çözümlerde dikkat edilecek hususlar.
• Helal müşteri isteklerinin karşılanması
• GİMDES Merkezi gibi denetleme ve sertfikalama kuruluşlarının rolü ve sorumlulukları
• Helal gıda üretim ve ihracatında Türkiye’li girişimcilerin deneyimleri.
• Helal pazarlarda etiketleme ile bağlantılı problemlerin önemi.
• İlaç ve kozmetik ürünlerde Helal Sertifika yapılanmasınının problemleri
• HELAL SERTİFİKALAMA’da Mezhep görüşlerinin önemi

Okumaya devam et

Kıraç – Senden Başka

Gece gece nereden geldiyse aklıma bu parça düştü. Youtube’dan izlerken buraya da ekliyim istedim. Sözleri çok güzel.

Kıraç – Senden Başka

Gurbet elde bir başıma
Kimim var ki senden baska
Öldüm desem bir damla su
Veren mi var senden baska

Kekik kokan dağlarım yok
Bülbül öten bağlarım yok
Tutunacak dallarım yok
Neyim kaldı senden başka

Bana candan bir kez aşkım
Diyen mi var senden baska

Semaverde çayım sensin
Her çiçekte balım sensin
Ne gelirse senden gelsin
Canım mı var senden baska

Hürriyet Gazetesi ve Çarptırma HABER!

Bilenler biliyor zaten ama bilmeyenlerin gözüne sokarcasına birşeyleri buradan dile getirmek istedim. Hürriyet gazetesinin avrupa ayağında yayın yapan hurriyet.de websitesinin manşetindeki haber:

Hollanda’dan başörtüsüne yasak! Altta da koydukları manşet bulunuyor. Hollanda başörtüsünü yasaklasa tamam bunu anlarız. Ama haberin detaylarına bir bakın:

Hollanda Hükümeti, burka, nikap gibi yüzü kapatan giysili kişilerin, devlet daireleriyle eğitim kurumlarına kesin olarak alınmamasını kararlaştırdı.

Yani Hollanda hükümetinin başörtüsünü yasakladığı filan yok! Bizim halk arasında daha çok kullandığımız PEÇE’yi yasaklayan Hollanda hükümetinin haberini, Hürriyet gazetesi “Hollanda’dan başörtüsüne yasak” diye duyuruyor. Bu adamların gericiliğine mi kafasızlığına mı yoksa aptallığına mı yanalım ben bir türlü karar veremiyorum.

Meslek Yüksek Okulları

Robin Hood kıvamında yazılarıma devam ediyorum 🙂 Üniversitedeyken Meslek Yüksek Okuluna giden çok başarılı arkadaşlarım vardı. ÖSS’de benden daha iyi netler yaptıkları halde, Meslek Yüksek Okulunda tornacılık, elektrik teknisyenliği v.s. gibi gerçekten teorik zekalalarının çok altında mesleklere ayrılmak zorunda bırakılan bu arkadaşların ne kadar sorunlar çektiğini, gelecekleriyle ilgili endişelerini gözlerimle şahit oldum. En az amerikadaki hackerlar kadar bilgisayar kurdu olan, en son yazılımlar donanımlar herşeyi takip eden bu zehir gibi arkadaşlar, dönüp dolaşıp bir yerlerde bilgisayar öğretmeni olarak, MS-DOS, Excel, Word öğretecek noktalara getiriliyorlar. Meslek Yüksek Okuluna gitmek isteyen arkadaşlara kesinlikle bir sözüm yok, olamaz ama bu okullara ite kaka başka alternatifleri olmadığı için zorla gitmek durumunda kalan arkadaşların buradan sesi olmak ve onların bu konuda hazırladıkları vidyoyu sizlerle paylaşmak istedim.

Meslek Yüksek Okulu mezunların sorunları:

  1. Üniversite mezunu olmamıza rağmen, askerde neden ilk okul mezunu yada hiç okumamış adam muamelesi görüyoruz?
  2. Meslek Yüksek Okulu bittikten sonra lisans tamamlamada neden bu kadar engelle karşılaşıyoruz? (Dikey geçişler)
  3. İş yerlerinde neden mevki zorunu yaşıyoruz?
  4. Neden imza yetkimiz yok?

Talepler:

  1. Biz de üniversite mezunu olarak, askerde 4 yıllıklar gibi, üniversite mezununa yakışır, askerlik yapmak istiyoruz.
  2. Lisans tamamlamada sorun yaşamak istemiyoruz
    • Meslek Yüksek okulu bittikten sonra lisans tamamlama işlemini özel üniversitelerede asgari tutarlarda ödeyip lisans diploması almak istiyoruz.
    • Açık öğretim kurumlarında, teknik bölümleri için lisans tamamlama hakkı verilsin istiyoruz.
    • DGS sınavında, devlet üniversitesine girmek için, 2 milyon insanla yarışıyoruz ve yarışı kazanan maksimum 100 kişi, lisans tamamlamaya hak kazanıyor. Çünkü her üniversite maksimum 2 veya 3 kontenjan bırakmış DGS öğrencilerine.
    • Bizler lisansımızı tamamlayıp devlete ve millete daha yararlı olmak istiyoruz.
    • Önümüzdeki tüm engellerin kaldırılmasını istiyoruz.
    • Okumak istiyoruz, bundan daha güzel birşey var mı ülkemiz için?
  3. İş yerlerinde mevki sahibi olmak istiyoruz. İlk okul mezunu ile aynı kefeye konulmak istemiyoruz.
  4. Neden imza yetkimiz yok? Bizler neden işyeri açıp imzamızı kullanamıyoruz? Neden işyerlerinde yetkili tekniker imzamız olmuyor? İmza yetkisi istiyoruz.

Meslek Yüksek Okulu öğrencilerinin sıkıntıları

Ben bunlardan DEÄžİLİM!

Artık türk basınını, türk tv’lerini takip etmeyi bıraktım. Ahlaksızlık ve terbiyesizlik boyutlarında sınır tanımayan bu kişilerin, konuştukları bu konuları, bu konuların konuşulduğu bir ülkeyi ben sahiplenmek de, tanıtmak da istemiyorum. Neden mi? Alın bir örnek. Show TV ana haber bültenin terbiyesiz muhabiri, Haseki hastanesine gidiyor, gizli kamerayla orada hayat kurtarmak için çabalayan başörtülü doktor, hemşire, laboratuar teknisyenlerini gizli kameralarla çekip ‘İŞTE BU HASTANEDE TÜRBANLA ÇALIŞIYORLAR’ diye çekim yapıyorlar. Bir yanda o bayanlar oraya gelmiş hasta kişilere tedavi yetiştirmeye çalışıyorlar, bir yandan da bu muhabirin ‘Siz burada nasıl çalışabiliyorsunuz, türbanla çalışmanız yasak değil mi’ soruları ve kameraman kamerasını ağzına kadar sokmasıyla taciz ediliyorlar. 6 yıl doktorluk eğitimi almış, binlerce doktor açığı olan bir ülkede çalışıp insan hayatını kurtarmak isteyen kişileri sırf BAŞÖRTÜLÜ diye mesleğinden men etmenin ahlaksızlığı, cahilliği ve daha kelimelerle ifade edemediğim bu hallerine ne denebilir? Ben böyle insanlarla nasıl aynı ülkedenim, nasıl aynı toplumdanım diyebilirim? Tabiki demiyorum, BEN BUNLARDAN DEÄžİLİM!

Başörtüsü giymek istedikleri için liseye alınmayıp bari eğitimime devam edip dışarıdan bitirmeye çalışan kızların önünü kesmek için açık lise sınavına girdikleri zaman yine başlarına çöreklenip çıkart o başörtüsünü diyorlar. Başörtüsünün altından bomba mı var, silah mı var, nedir bu rezalet? İşte ben böyle gericilerin olduğu bir toplumdan çıktığımı kimseye söylemek istemiyorum. Çünkü BEN BUNLARDAN DEÄžİLİM!

Rektörler toplanmış, başörtüsü yasağı kaldırılamaz, yok efendim yeni düzenlemelerle rektörler başörtüsünü mü denetleyecekler diye açıklama yapıyorlar. Ulan başörtüsü başörtüsü diye kendiniz peydahladınız bu mevzuyu. Herkes özgür bir şekilde girip çıkarken, sizin sınırlamalar getirmelerinizle kapıdan giren çıkan herkesi denetler oldunuz. Üniversitelerin kapılarına polisleri yerleştirip sanki suçlu yakalamışlar gibi başörtülü öğrencileri dışarı attırdınız. Kendi vatanlarında, kendi dillerinin konuşulduğu okullarda lise, üniversite eğitimi almalarına mani oldunuz, bundan daha büyük bir ahlaksızlık daha büyük bir terbiyesizlik ne olabilir?

Amerikadaki eğitim sistemi görmüş, araştırma asistanı olarak çalışma yapmış birisi olarak iddia ediyorum, Rektör diye geçinen kişilerin akademik yaşamları boyunca yaptıkları çalışmaların uluslarası standartlarla hiçbir ilgisi ve alakası yok. Bu kişilerin aydın ve modern hayattan nasip aldıklarını düşünmek, dağ başında laptop bulmak gibi bişey olurdu. Boğaziçi üniversitesinin başında bulunan görevliler, Amerika ve Avrupada eğitim sistemlerini gördükleri için, YÖK tepelerine çöküp başörtüsü yasağını uygulayacaksınız dedikleri zaman “biz öğrencilerimizin özgürlüklerini gem vurup, nasıl yasaklar getirebiliriz” diye açıklama yaptılar. İşte Aydın insanlık düzeyi bunu gerektirir.

Show TV Ana haber bülteninde sanki düşman avlıyorlarmış gibi ‘Bakın öğrenciler nasıl kabul edildi’ diye lise yaşındaki öğrencileri takdim ediyorlar
Gericiler serisi 1:

Gerici Rektörler ne demişler
Gericiler serisi 2:

Vay efendim başörtüsü üniversitelerde müsade edilirse, aynı sebepler kullanılarak liselerin de önü açılır, bunun önünün er evvel kesilmesi lazım diye açıklama yapıyor
Gericiler serisi 3:

Rektörler toplanmış vay efendim üniversitelerde türbanın yasaklanması ülkeye şeriati getirir diye GERİCİ bir açıklama yapmışlar, buyurun vidyosu. Bunlar bu ülkenin KARANLIK YÜZÜ, GERİCİLER ORDUSUDUR
Gericiler serisi 4:

İçteki nefret

Malum, konu başörtüsü, döndürüp dolaştırılıp türban olarak dendiği gibi değil. Hürriyet, Milliyet su anda gazı sonuna kadar basmış durumda, balonu şişire şişire en son sınırlara kadar zorluyorlar. Ertugrul Özkök kösesinden gürlüyor, Hürriyet gazetesinin köşe yazarları hergün bunu yazıyorlar. Ben de bunların içlerindeki nefretlerini akıttıkları bu yazıları ve Milliyet gazetesine sanki düşman ülkenin insanları gibi yorum yazanların yazdıklarını yayınlıyorum. Yorumsuz, buyrun başlıkları da yorumları bi okuyun.

Oktay EKSI oeksi@hurriyet.com.tr

Bu yol çikar mi?

BASBAKAN Tayyip Erdogan’in aradigi “sihirli cümle”, gazete haberlerine bakarsaniz bulundu:

Üniversitelerde türbani serbest birakabilmek için Anayasa’nin 10’uncu maddesi ve 42’inci maddesi degistirilecekmis. Bir de 2547 sayili YÖK yasasinin ek 17’nci maddesi yeniden düzenlenecekmis.

Bekir COSKUN bcoskun@hurriyet.com.tr

Çene alti laikligi…

BU formül iyi:

“Çene alti…”

Tufan TÜRENÇ tturenc@hurriyet.com.tr

Bakalim Prof. Özbudun verdigi sözü tutacak mi

ÖNCEKI aksam son günlerin en flas isimlerinden biri olan Prof. Ergun Özbudun’un Marmara Grubu’nda yaptigi genis açiklamalari dinledim.

Ertugrul ÖZKÖK

Haber kolay manset zor

DÜN yazi isleri toplantisina basladigimizda mansetin ne olacagi belliydi.

Tabii türbanin üniversitede serbest birakilmasini isleyecektik.

Mehmet Y. YILMAZ mehmetyilmaz@hurriyet.com.tr

Bakan esleri üniversiteye giremeyecek

HÜRRIYET yazi islerine dün ulasan haberler türban konusunda MHP ile AKP’nin nihai bir anlasmaya vardiklarini gösteriyordu.

Yalçin DOGAN

O kaleler bu sefer düsmedi

“BU odalar alinacak”. Emir net ve öz ve büyük yerden, AKP Genel Merkezinden. Hangi odalar?

Istanbul Mimarlar Odasi, Istanbul Insaat Mühendisleri Odasi, Istanbul Çevre Mühendisleri Odasi.

Özdemir INCE

Türbaniye dini

TURAN Dursun’un Türkçe’ye çevirdigi, Ibni Haldun’un Mukaddime’sinin 23. Bölüm’ünün basligi söyledir: “Yenik olan, yenene uyma egilimindedir. Im, kilik, inanç-düsünce yönünden ve daha baska yönlerden gösterir uyma egilimlerini.” (Onur Yayinlari, 1977, s. 344-345) Ve bu egilimlerin nedenini açiklar: “Insan her zaman kendini yenende bir üstünlük bulunduguna, ona boyun egmesi gerektigine inanir.”

Ahmet HAKAN ahmethakan@hurriyet.com.tr

Çok meshur türban sorularina yanitlarim

SORU Üniversitede türbanla okuyacaklar… Peki ya üniversite bitince? “Hizmet alan/Hizmet veren” ayrimi sürecekse, bu kizlar üniversiteyi bitirince ne is yapacaklar?

Yilmaz ÖZDIL yozdil@hurriyet.com.tr

Sari öküz

SÖMESTR basladi.

Karne hediyesi olarak ne versem acaba diye düsünüyordum, karinca kararinca, su meshur hikáyeyi vermek geldi aklima.

Yalçin BAYER ybayer@hurriyet.com.tr

Boynumuzdaki tasmadan kurtulmak istiyoruz

BIR süreden beri, Maliye Bakanligi’nin hazirladigi kamu alacaklarinin tahsiline iliskin bir tasari taslagindan söz ediliyor. Taslak henüz Bakanlar Kurulu’ndaymis… Vergi borcu olan sirketlerin vergi borçlarini ödemede uzlasma yolunun açilacak olmasi mükellefler için sevindirici olarak kabul ediliyor. Nitekim, bunu yillardir ‘basi dertte’ olan bir isadaminin gönderdigi mektuptan anliyoruz:

Cüneyt ÜLSEVER culsever@hurriyet.com.tr

Türk Egitim Dernegi:Sivil sûra!

TÜRK Egitim Dernegi (TED) 80 yildir var. Atatürk, 1 Kasim 1925’te TBMM’nin açilisinda egitimde hedeflenen seviyeye ulasmak için özel girisimin çalismalarina ihtiyaç duyuldugunu ifade eden bir konusma yapiyor ve topluma çagrida bulunuyor. TED de bu temel vizyon dogrultusunda Atatürk’ün ve arkadaslarinin öncülügünde 31 Ocak 1928 tarihinde kuruluyor. Ilk baskani Ismet Inönü!

Sükrü KIZILOT skizilot@yaklasim.com

Es, çocuk ve sevgilinin otomobil sefasi

ÖZELLIKLE büyük kentlerde dikkatinizi çekiyordur.

Üniversite ögrencisi bir genç, altinda son model bir otomobil ya da cip, yaninda da arkadasi… Keyfine diyecek yok. Genç ya da orta yasli bir hanim, yine altinda son model otomobil veya cipi, o da son derece mutlu…

Bülent DÜZGIT bduzgit@hurriyet.com.tr

Bülent çiziyor

Mehmet Ali BIRAND mabirand@e-kolay.net

Türkiye yol ayriminda…

AKP-MHP ‘nin türban anlasmasi bu ülkeyi yillardan beri bölen bir soruna çözüm mü getirecek, yoksa Türkiye’nin laik çizgiden çikmasina mi yol açacak? Kötümser olanlar için, bu is artik bitmistir ve Türkiye rayindan çikmistir. Iyimserler için, önemli bir sorun çözülmüs ve sosyal mutabakat saglanmistir. Hangisinin dogru oldugunu su anda bilemeyiz. Önümüzdeki dönem ülkemizin yönünü tespit edecek. Bu da, ilerde iktidara geleceklerin tutumlarina ve toplumun isteklerine baglidir.

Rauf TAMER rauftamer@posta.com.tr

Yagsa veya yagmasa

Kar yagacak demisler, Istanbul tedbirini almis, Belediye Baskani sabaha kadar beklemis ama kar yagmamis… yahut yagmis da az yagmis.

Mehmet Barlas

Insanlar ve toplumlar metallerden daha fazla yorulur

Metaller bile yorulurken insanlar ve toplumlar yorulmaz mi?

Cengiz ÇANDAR cengizcandar@referansgazetesi.com

ABD’deki siyasi yarismayi izlerken…

Amerika’da kimin baskan seçilecegi, sadece Amerika için degil tüm dünya için her zaman önemli olmustur. Amerika’nin bir “süperdevlet” olmasi ve “Baskanlik sistemi” ile yönetilmesi, Baskan’in kimliginin dünyanin her kösesindeki neredeyse her bireyin kaderini etkileyecek öneminden ötürü önemli olagelmistir.

Ege CANSEN ecansen@hurriyet.com.tr

Hacivatlarin Davos sefasi

INSAN, iç içe insa edilmis iki benlikten kuruludur. Yunus’un “bir ben var, benden içeri” deyisi veya Freud’un ben kavramini “ego” ve “süper ego” diye iki kademeye bölmesi bundandir.

Yonca TOKBAS 4yaprakliyonca@gmail.com

Ben hastayim

Hem de fena.

Hastaligimin çaresi de yok.

[17:14sku] Sizi gidi sizi..
isinize gelen sözlerini nasilda ezbere biliyosunuz atatürkün. . ama isinize yaramayan sözlerini haykirsak bile kulaklariniz bir anda sagir oluyo. .
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %77 %0 %22

 

[17:14kemal öztürk eskici41050] Atatürk ne demis?
Atatürk “fikri hür, vicdani hür, irfani hür” demis, “Fikri tarikata bagli, vicdani tarikata bagli, irfani tarikata bagli” veya, “fikri yok, vicdani yok, irfani yok” dememis.
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %80 %2 %17
[17:11vatandasch] Atatürk
Bu kanun taslagini ortaya atan ve destekleyen sahislarin, ATATÜRK’ ün “HÜR” ifadesini ne kadar dogru anladiklari , Cumhurbaskanin esini elini resmi kabullerde sikmamalarindan çok açik sekilde anlasiliyor. Bu sahislar kesin olarak KUR’AN ‘i da ters olarak anliyor ve yorumluyorlar. . . . ancak kadinlarimiz, kizlarimiz neden bu oyuna geliyorlar !!!
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %86 %0 %13
[17:08kibrisvatan] Kafasini
BU SEKILDE BAGLAYAN VATANDASIN BEYNINE YETERI KADAR KAN GITMEZ. KAFADA ÇALISMAZ.
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %73 %0 %26

 

[17:08kibrisvatan] Atatürk
BUNLARI ÇARPACAK. SAKIN BIR DAHA MUSTAFA KEMAL ADINI AGZINIZA ALMAYIN!
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %76 %3 %20

[17:06cubrika] Olsa olsa
ONLAR OLSA OLSA FIKRI KARA, VIJDANI KARA, IRFANI KARA, KIYAFETI KARA DIR.
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %81 %0 %18

 

[17:06çiftay] Yazik
Siz kim, Atatürk’den bahsetmek kim? DTP de sizi destekliyor. MHP bundan sonra demokratik açinimlara destek vererek kürt sorununu da çözer. Sonra da kimse tutamaz. Zaten bir tutarlarsa!
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %79 %0 %20

[17:05asi_24] Atam
atam ayakta olsaydi siz böle yapabilrmiydiniz yilarca sizin gibi yobazlara karsi mücadele edip dünya da hiç bir liderin yapamacagi yenilikleri yapmis siz kim oluyosunuz da onun bu kurallarini kaldiriyosunuz
yazarin tüm yorumlari Evet / Çekimser / Hayır – %79 %0 %20

İnternette Türkçe karakter kullanmak

Bir toplumu hayalimde canlandırdığımda onları birbirine bağlayan en önemli şeyin aynı değerleri paylaşmak kadar aynı dili konuşmanın da olduğunu görüyorum. Bu durumu yurtdışına çıkmadan yaşamak biraz zor geliyor aslında, Türkiye’de herkes birbirini kategorize etmek de çok iyi olduğu için aynı dili konuşuyor olmamızın, kendimizi çok büyük bir ortak paydada buluşturan birşeyi paylaştığımızı farkedemiyoruz.

Tabi dilimiz çok güzel, esneklikleriyle espriler yapıyoruz, O üçüncü tekil şahsına atıflar yaparak bahsetmek istediğimiz kişileri gayet usturuklu bir şekilde saklayabiliyoruz. Bu durum ingilizcede (He,She,It) almancada (Er,Sie,Es) ve diğer dillerde olmadığı için neye sahip olduğumuzun da çok farkında değiliz bence.

Bir de farkında olmadığımız ve beni artık çileden çıkartan bir durumdan bahsetmek istiyorum. sonofnights.com sitesine sizler tarafından ortalama günlük 30’a yakın yorum bırakılıyor. Yorum bırakılması, paylaşım yapılması bir blog yazarının arayıp da bulamayacağı en güzel şeylerden bir tanesi fakat olayı biraz da geniş perspektiften değerlendirmek isteyen ben için durum içler acısı. 30 yorumdan taş çatlasın 1 yada 2 si doğru düzgün bir türkçe ile yazılıyor. Bugün Protez Saç konusunda patladığım gibi, yorumlarda:

-insan yazmak yerine ınsan
-bir yazmak yerine bi
-saç – sac, bölüm – bolum

benim anlayamadığım, önümdeki klavyenin üstünde türkçe karakterler işaretlenmiş değil. Bundan önce uzun yıllar türkçe Q klavye kullandığım için türkçe karakterleri görmeden bulabiliyorum, peki yorum bırakıp da önünde bütün bu harfler bulunan arkadaşların Türkçe yazamama durumu ne olacak?

Olayın bir diğer boyutu basit değerlendirilip gözden kaçırılabilir ama interneti ayağımıza getiren arama motorları, tamamen yapay zeka üzerine kurulu. Bu yapay zekalar machine learning denilen algoritmalar sayesinde; yeni kelimeleri, tümlecikleri ve karakterlerden oluşabilecek her türlü harf bütününü öğrenebilecek yeteneğe sahip. Şu anda google türkiye diye bilinen google.com.tr adresinden girip ayrı ayrı ‘sac ekimi’ ve ‘ diye arattığınız zaman çıkan sonuçlar birbirinden farklı. Bu örnek aklıma gelen örnek olduğu için bahsettim, bunun gibi binlerce örnek mümkün. Sırf birileri doğru harfleri kullanma özürlüsü olduğu için arama motorları türkçeyi ve dolayısıyla sizin bizim aklımıza gelecek ilk anahtar kelimeleri yanlış yorumlamaya başlıyorlar.

Herkesin aklından ortak kelimelerin bir araya gelip aramaya dönüşmesi, arama motorları ve internet siteleriyle uğraşmaya başladığımdan beri çok ilgimi çekiyor. ‘Msn şifremi unuttum’ diye bir gün içinde 300 kişinin yazması sizce de enteresan değil mi? Evet bu güzel ama harf basma özürlüsü arkadaşlar yüzünden, ‘msn şifremi unuttum’ yerine ‘msn sifremi unuttum’ yazıp elde edeceğiniz sonuçlar sizin için belki çok gerekli olabilir, o şekilde arattırmadığınız için derdinize deva olacak bir yazıyı gözden kaçıracaksınız.

Son söz, LÜTFEN ve LÜTFEN, artistlik, farklılık ve her ne sebepten olursa olsun türkçemizdeki harfleri olduğundan farklı şekilde yazmayalım. Bu şekilde yazdığınız kelimeler emin olun önümüzdeki birkaç yıl içinde arama motorlarının bile kafasını karıştaracak hale gelecektir.

Gardırop Atatürkçülerine

Bülent Ecevit’in 1980lerdeki arşivinden yayınlanan yazıyı çok manidar buldum. Deli saçması şeyleri sadece düşmanlık için kullanan arkadaşların okumasını tavsiye ederim.

Başörtüsüyle uğraşmayın
Ecevit’in 27 Aralık 1981 tarihli mektubu “Başörtüsü konusu” başlığını taşıyor:
“Arayış (dergisi) hâlâ elime geçmediği için son sayıda bu konuya değinildi mi, bilmiyorum. Değinilmediyse bence hiç değinilmesin.
Başörtüsü ile uğraşmanın gereksiz olduğuna inanıyorum. Gardırop Atatürkçülüğünün tipik bir örneği… Zaten ondan da dönüş yapacaklardır.
Olsa olsa Atatürkçülüğün başörtü yasaklanarak kanıtlanamayacağı belirtilebilir.
Atatürk’ün irticaa karşın da büyük güvence olan- partisi kapatılmış, vasiyeti çiğnenmiş, yeni bir ulusal kültür oluşuma katkı için kurduğu kurumlar ortadan kaldırılıyor. Atatürk’ün her türlü dogmacılıktan uzak bilimci yaklaşımı bırakılıyor; tüm bunların günahı, başörtü yasaklamakla örtülemez.

Kaldı ki bazılarının farkında olmadığı bir gerçek var: Atatürk kadınların kılığına kıyafetine hiç karışmamıştır. O konuda hiç yasa çıkarmamış, herhangi bir zorlamaya da gitmemiştir. Özendirme yoluyla ve zamana, gelişmeye bırakarak bu sorunun çözümünü daha uygun bulmuştur. Bu da sanırım Atatürk’ün kadınlara karışmayı Türk gelenekleri açısından uygun görmemiş olmasındandır.

Kadınlara her hakkı ve özgürlüğü tanımıştır, her olanağı sağlamıştır, ama ne giyeceklerine müdahale etmemiştir.
Kaldı ki, başörtüsü ile ilgili bir sorun varsa, bu sorunu başörtüsünde değil din sistemindeki bazı yanlışlarda, özellikle Kuran kurslarında aramak gerekir. Bu konularda devlet dine saygı ile çağdaş bilimsel yaklaşımı daha çok bağdaştırıcı bir yol izlese, böyle bir sorun ya kendiliğinden sona erer ya da sakıncasız boyutlara iner.”

Doğrular & Yanlışlar

Fazıl Say’ın ülkeyi terkederim sözleriyle ilgili yazdığım düşüncelerime iyi, kötü fikir belirten ve yorum yazan arkadaşlar oldu. Herkesin fikri kendini bağlar, benimkilerde beni tabi. Yalnız Fazıl Say’a bu kadar sert çıkarken birkaç noktayı burada belirtmeden geçemeyeceğim.

Tarafgirlik, hemşehrilik, aynı ideolojiden, aynı partiden olmak gibi mevzular… Adam kayırma, aynı milletin evlatlarından bir kısmını yüceltip bir kısmını küçük düşürmek… Fazıl Say’a kızmamın nedeni, ülkeyi kutuplara ayırır gibi açıklamalar yapmasından ötürüydü. Fazıl Say bunu medyaya popülist açıklamalar yaparak dile getirdi. AKP ve hükümet taraftarları arasında da sözle olmasa da fiilen aynı işi yapanlar bulunuyor. Nasıl mı? Örneğin devlete memur alımı oluyor, “liyakat”a bakılmaksızın “bu benim hemşehrim”, deneyime bakılmaksızın “ya seçim kampanyanlarında çok yardımı oldu” gibi şeylerle işe alım gerçekleştiriliyor. Bu çok büyük bir hatadır. Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyleri başka insanlara yapmanız demektir.

Bundan önceki partilerin ve bilhassa sol görüşlü SHP ve CHP’nin bunu yaptığını, Ankara’da inanılmaz atamalara ve memur alımlarına imza attıklarını biliyoruz ve buna çok yakından şahit olanlarımız var. Bilhassa SHP hükümet olduğu zaman bünyesinde bulunan alevi bakanlar, bulundukları bakanlıklara sırf alevi olma şartına bağlı olarak bir sürü memur alımı yaptılar.

Marmara üniversitesi Hukuk bölümünde, dekanın ramazanda *sürpriz* ikindi çay toplantıları yaptığını, çalışanların psikolojik olarak oruç tutmamaya zorlandıklarını birinci şahıs olmasa da ikinci şahıs olarak şahitim. Okula başörtülü gelemenin acısını hissederken bi yandan da gün içinde yapılan çaylı toplantılardan dolayı oruç tutamayan kişilerin duyduğu vicdani rahatsızlığı dekan bey anlamayabilir ama bunu yaşatmaya hakkı yoktur.

28 Şubattan sonra milli eğitim müfettişi olarak görev yaparken ve görevini yerine getirirken, sırf namaz kılıyor diye hakkında kötü raporlar hazırlanan ve görevinden uzaklaştırılmaya çalışılan memurları da biliyorum ve buna da şahitim.

Ama kem söz sahibine, kötü işler yapanına aittir. Geçmişte bunlar yapıldı diye, güç eline geçince karşındaki kişileri ezmek AKP gibi her kesimden oy almış bir partiye yakışmıyor. İşçi veya memur alımı varsa, o işe uygun kişileri liyakatine, yeteneğine ve deneyimlerine göre değerlendirilmeli,kişiler iş şartlarına uygunluklarına göre değerlendirildikten sonra finalistlerin bir listesi çıkartılmalı. Bu liste çıkartıldıktan sonra aranılan şartlara hazi iki kişi varsa ve bu iki kişinin de yetenekleri ve yeterlilikleri aynıysa ancak o zaman “hangisiyle daha iyi anlaşabiliriz, daha iyi iş yapabiliriz” sorusu sorulmalı.

İnternetten tanıştığım ve birçok konuda aynı fikri paylaştığım bir öğretmen arkadaşım; binlerce öğretmen açığı olduğu halde, asli atama yapılmadığı için vekaleten öğretmen olmayan kişilere öğretmenlik yaptırıldığı halde, öğretmenlik başvuruları kabul edilmiyor. KPSS sınavından iyi not aldığı halde ve tekrar tekrar başvurduğu halde vekil öğretmenlik bile alamıyor. Dolayısıyla hafta sonu Amasya’dan çıkıp İstanbul’a bir fabrikada işçi olarak çalışmaya gidiyor. Kendisinin sol düşünceli olması yada başka bir düşünceye sahip olması öğretmenlik yapmasına mani değil ama maalesef atama yapmakla sorumlu kimseler bunu böyle değerlendirmiyorlar…

Hükümette ve AKP yönetimiden bulunan kişilere sanırım denebilecek tek şey:

Devlet makamı tüyü bitmemiş yetimin hakkının olduğu yerlerdir, eğer bu hakkı haklıya teslim ederken kılı kırk yararcasına hassas olunmazsa öbür tarafta bunların hepsinin hesabı birer birer sorulur.
olabilir…

Kosova Isınıyor

Pazar yerinde sivillerin otomatik silahlarla tarandığı sahneleri sanırım birçoğumuz hatırlıyoruz. Bosnadan bahsediyorum. Osmanlıdan kalma köprülerin yıkıldığı, Srebrenika ve kadın, yaşlı, bebek demeden katledildiği toplu ölümler. İki dünya savaşının çıkmasına neden olan Sırplar, %90’ı Arnavut olan Kosovanın kendilerinden ayrılıp egemenliğini ilan etmesine çok yüksek sesle karşı çıkıyorlar. Tekrar savaşa gireriz, askeri gücümüzü kullanırız diye açık açık tehdit ediyorlar. Ama bu sefer işler 90’lardan biraz daha karışık. İşin içinde devlerin menfaati de var. Olayı biraz gerip sarıp devlere geliyim. Amerika Irak’a girdiğinden beri İran’ın nükleer silah çalışması yaptığını iddia ediyor. Devamlı bununla ilgili açıklamalarda bulunup, diğer devletleri bu konuda bişeyler yapmaya çağırıyor. İyi güzel bu zamana kadar biz de buna inandık ve İran’ın nükleer silah geliştirdiğini sandık hatta sevindik… Ama geçen hafta sahtekarların efendisi Bush yüzü kızarmadan, utanmadan basın mensuplarının karşısına çıktı ve CIA’in kendisine yeni verdiği bir rapora göre İran’ın nükleer silah yapım çalışmalarını 2003 yılında terk ettiğini söyledi. Irak’a girmek için Saddam’ın nükleer silah yaptığını bahane etmesi ve yalan çıkması gibi İran’ın nükleer silah balonu da yalan çıktı. Tabi Bush sahtekarı İran’a devamlı bişeyler atfederken boş durmuyordu. Bundan birkaç ay evvel İran’ın muhtemel bir Avrupa saldırısına karşın Polonya’ya üst kurma çalışmasına başladı. Polonya çoğunluk itibariyle fakir bir ülke olduğu için karşılığında alacakları menfaate binaen bu teklifi kabul etti ve şu anda çalışmalar olanca hızıyla devam ediyor. Bu üste füze imha edici merkezler kurmayı hedefliyorlar. Polonya’ya kuracakları üstü desteklemek için Çek Cumhuriyeti’ne de ayrı bir üst kurup oraya da radar sistemlerini yerleştiriyorlar. Geçen ay İran’ın Cumhuriyet savaşçıları ismini verdiği özel tim ordusunu Amerika Birleşik Devletleri ‘terörist organizasyon’ olarak ilan etti. Politik sayılabilecek bu manevraların yanı sırası aylardır Amerikan şirketlerini İranla ticaret yapmamaya ikna etmeye çalışıp, İran’ın finansal gücünün önüne de geçmeye çalışıyorlardı. Akdenize gelen savaş gemileri de askeri alanda yapmaya çalıştıkları manevralardan bitanesi.

Amerika’nın Polonya’ya yani burnunun dibine kadar girmesine Rusya olanca gücüyla karşı çıktı ve çıkmaya devam ediyor. Amerika’nın asıl hedefinin İran değil kendileri olduğunu ifade ediyor. Amerika ve Rusya geçtiğimiz cuma günü bu konuyu görüşmek için Maceristanda tekrar bir araya geldiler ve bu durumu değerlendiriyorlar. Tabi politik oyunlarda tam hızıyla devam ediyor. Amerika Rusya’nın burnunun dibine kadar girerken Ruslarda buna karşılık verir gibi dün menzili kıtalar arasına ulaşan füzeleri başarıyla test ettiklerini basına açıkladı. Bu bir manada, sen benim burnuma kadar girip beni tehdit ediyorsun, ben de buradan ta Amerika’ya atacağım füzelerle seni tehdit ediyorum demek istiyor. Bunun yanında Rusya, Avrupa Askeri Birliği (Conventional Armed Forces in Europe (CFE)) olarak adlandırılan CFE’den askeri birliğini çekmeye karar verdiğini açıkladı.
Kendi aralarında deve güreşi yapan bu ülkelerden Kosovaya geri gelelim. Kosova’nın şu anki durumu ve Sırplarla görüşmelerle ilgili Amerika’nın birebir bağlantısı yok ama Avrupa Birliğini kukla gibi ellerinde oynatıyorlar. Aralık 19’a kadar bir karar vermezseniz bir tarafı açıkca desteklemek durumunda kalacağız diye mesajlarını Sırp tarafına iletiyorlar. Tabi Sırplarında arkasında Ruslar var. Babaları tarafından kavgaya itilmiş çocuklar gibi Kosova ve Sırp gruplar bir araya geliyorlar. Amerika şu anda Kosova’nın tarafında, bunda Rusya’nın Sırpları tutması da olabilir, Amerika’nın Avrupada daha etkin bir güç olmaya çalışması da olabilir. Ama ortada dönen oyunlardan ve entrikalardan sonuç olarak zarar gören yine Balkanlar, Kosova, istikrar ve barış gibi gözüküyor.

YÖK Meselesi

YÖK Başkanlığı’na atama konusundaki soruyu da yanıtlayan Gül, bu göreve “özgürlükçü” birisinin atanmasından herkesin memnun olacağını söyledi. Bu arada YÖK sistemini ele almak gerektiğini de vurgulayarak “İnanılmaz şeyler oluyor” diye konuştu. “İlk kez açıklıyorum” diyerek Cumhurbaşkanı olarak bugüne kadar yaptığı tek rektör atamasıyla ilgili şunları söyledi: “(YÖK’ten) üç isimli bir dosya geldi.
Dosyanın içinde bir de not vardı. İsimlerden biri ile ilgili olarak ‘karısı kara çarşaflıdır. Fakülteye her gün gelir hocaları tehdit eder’ deniyordu. Dehşete düştüm. Rektörlüğe soyunduğuna göre, olsa olsa hanımı başörtülüdür dedim. Talimat verdim. Buna bir bakın dedim. Araştırdılar ve adam bekâr dediler. Bir şey vardır, bir daha bakın dedim. Geldiler hiç evlenmemiş dediler. Cumhurbaşkanlığı makamına işte böyle bir dosya geldi.”
Gül, YÖK konusundaki sözlerini “Ümit ederim, en gelişmiş ülkelerde üniversite sistemi nasılsa Türkiye’de de öyle olur” diye tamamladı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ilk rektör atamasını eylül ayında yapmış ve Yükseköğretim Kurulu’ndan (YÖK) kendisine gönderilen listede 2’nci sırada yer alan Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atamıştı.

2 Aralık 2007 – Milliyet Gazetesinden alıntı

Milliyet çok alınmış

Milliyet gazetesi yine bayramlık ağzını açmış. Sanki hergün manipüle ettikleri haberlerle, dejenere olmuş bilgilerle bize kendi düşüncelerini enjekte etmiyorlarmış gibi bi de kendi köşelerinden olayların “Milliyetçesini” yazmışlar. Bu sefer ağızlarını ATV ve Sabah gazetesinin satışı için açmışlar. Bundan evvel genel seçim olmadan hemen önce, cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmadan birgün önce, Irak konusu gündeme geldiği zaman Milliyet gazetesi olarak düşüncelerini bize duyurdular. Bu seferde, Türk milletine verdikleri sözü tutup ihaleye girmiyorlarmış ve tek amaçları bu satışların en yüksek değerlerle gerçekleştirilip hazinenin bu durumdan en yüksek karı elde etmesiymiş. Yani çok amiyane bir tabir olacak ama biz de bunu yedik. Gerçekten Milliyet amca, ihaleye giremedik, girmeye kalksak ve ihaleyi alsak büyük bir ihtimalle ihale düşerdi (medyada tekel) demiyorlar da; bizlere bir iyilik yapmışcasına ihaleye girmediklerini duyuruyorlar. Hatırlarsanız Hürriyet gazetesi de buna benzer bir jest yapmıştı. Aile değerlerine çok önem verdikleri için çıplak manken v.s. galerilerini web sitelerinden kaldırma kararı aldıklarını söylemişlerdi. Bunu duyurdukları gün binlerce mesaj almışlar, çok mutlu olmuşlardı. Bir de ne görelim, bir hafta geçmeden aynı galeriler boyboy ana sayfanın kenarlarından fışkırmaya başladı. Alışmış kudurmuştan beterdir derler, bu düzene alışmışlar öyle birkaç günlük göz boyamayla ara gazı verip bir üst vitese geçip sonra normal yola devam ettiler. Sonra ne oldu? Uyuyan halkımız uyandı, bunun farkına vardı filan falan yok tabiki, alışmışız önümüze ne gelirse yemeye, bu gelenler de midemizin nadide bir noktasında yer buldu.

Dönelim Milliyet amcaya. Baykal’ın basın yolsuzluklarla ilgilenmiyor sözüne de çok alınmışlar. İnanın bu gazetecilerin zihinlerinin çalışmasına hayranım. Bu kadar mı tilki bu kadar mı çiyan ruhlu olursunuz. Yahu siz daha iki gün önce Baykal’ı şamar oğlan gibi tokatlıyıp ettiği laflarla alay ediyordunuz. Bugün babasının sözlerinden çok etkilenmiş evlat gibi Baykal’ın önünde boynunuzu eğip sözlerinden alınıyorsunuz. Tam tiyatrocusunuz. Baykal sözlerinde haklı, medya genel ve yerel yönetimde fazla ses çıkarmıyor. Tabi bunun da nedenleri var. Nedenlere gelmeden birşey söyleyim, Baykal da bundan önce gelenler de bu suyun nasıl aktığını, bu düzenin nasıl işlediğini çok iyi biliyorlar. Hükümetler ve Medya grupları arasında, Belediye başkanları ve Medya grupları arasında organik veya inorganik hiçbir bağ yok mu? Mesela, ne gariptir Kadir Topbaş İstanbul belediye başkanı seçildiğinden beri birkere bile hakkında olumsuz bir haber yayınlamadılar. (Hergün bunların web sayfalarını ziyaret eden birisi olarak benim gözümden kaçtıysa aflarına sığınıyorum.) Neden Topbaş’ın hiçbir negatif yanını yazmıyorlar? Devamlı canım cicim? Doğan grubunun İGDAŞ ve İSKİ’ye olan yüklü bir borcu olabilir mi acaba? Tabi ben Baykal değilim, benim sözlerime de alınıp bi köşe yazısı yazacak halleri yok, onun için medya gruplarının yönetimler üzerinde etkisi ve onun karşılığında edindikleri haklarla devam ediyim. Medya grubu olarak Amerika’da olan medya gruplarından daha etkin söze sahip olduklarını çok rahatlıkla söyleyebilirim. Amerika’da bildik; CNN, Fox News, MSNBC gibi haber kanalları mevcut. Bunlar da genelde ele aldıkları birkaç konu üzerinden günü bitiriyorlar. Türkiye haberlerini izleyip Amerika’da haber izlemeye çalışırsanız size emin olun çok yavan ve basit gelecek. Politik tartışmalar başlatıyorlar ama Amerika halkı haberlere ve politik konulara hevesli olmadığı için kopardıkları fırtınalarla çok müthiş kasırgalar koparamıyorlar. Tabi bu durum Türkiye’de farklı, hem bardak küçük hem halk haberlere ve medyaya çok önem veriyor. Öyle olunca, medya A deyince bu kesinlikle A’dır böyle olmalıdır diyip yola devam ediliyor. Bunun doğal sonucu olarak aşırı bir şımarıklık, herşeyi kendilerinin belirleyebileceği bir tavır. Alın, Hürriyet gazetesi baş yazarı Ertuğrul Özkük en etkili kişilerden birisi seçilmiş. Neden? Adam Cumhurbaşkanıyla, Genel Kurmay başkanıyla başbaşa oturuyor sohbet ediyor. Sen devlet misin, asker misin? Nedeni çok açık, halk bu heriflerin sözlerine ehemmiyet gösteriyor. Teke Tekçi Fatih Altaylı, gruptan ayrıldıktan sonra Ertuğrul Özkök’ün koltuk için yapmayacağı şey yoktur dedi. Onların daha neler karıştırdıklarıyla ilgili başka şeyler de anlattı. Gel gör ki bu adam en etkili 10 kişiden birisiymiş…

Bundan önce yazmayı düşünüp sonradan vazgeçtiğim bir olay vardı. Türkiye’de çalışırken Sabah grubu da çalıştığım iş yerinin müşterisiydi. Sabah grubunun sistem yöneticilerinden birisi beni aradı ve problem yaşadıklarını belirtti. Ama ifade tarzı ve konuşmasıyla görseniz benimle mahalle kavgası yapıyor. Ben durumu onun ağzından dinledikten sonra uygulanabilecek çözümleri izah ettim ve kendisinin email gönderip konunun devamını email üzerinden değerlendirmemizi istedim. Sanki bunu dememişim gibi telefonda püskürmeye devam ediyor. Neyse, bi şekilde telefonu kapattım ve satış departmanını aradım. Öğrendimki, benimle hakkında kavga ettiği ürünün daha parasını bile ödememişler. Ödeme yapmadan, ürünü almışlar üstüne bi de benden problemlerini çözmemi istiyorlar. Telefonun açılışı da şu şekilde, “ben Sabah grubundan arıyorum”. İstersen gece yarısı grubundan ara, parasını ödersin, insan olursun her işin yapılır ama bunlar onun hesabında değiller. Ellerine aldıklar medya tabancasıyla Türkiye’nin en büyük mafyalığını yapıyorlar. Biz de alıp bunları baş tacı yapıyoruz…


Kürt kardeşime mektup!

Bana gelen bir emaili buraya ekliyorum.

***

Lanet olsun teröre! Ne diyelim, laflar da aşındı, sözler de törpülendi. Kelimeler de aciz kaldı. Başladığı nokta; “öp namlunun ucunu”ydu ve bugün ulaştığı yer; “yeniden öp namlunun ucunu…” oldu.Askere emir çıktı:Irak’a gir ve vur.

Ordu Gabar Dağı’nda verdiği 13 şehidinin ve 13 şehidi ile birlikte bir hafta içinde PKK kurşunuyla, bombasıyla, mayınıyla ölen 30 vatandaşının kanını yerde koymayacak. Sınırı geçecek, Kandil’e gidecek, Barzani’nin sarayı ve PKK liderlerinin gecelediği Süleymaniye’deki Fındık Aşti Oteli dahil gerekirse her yeri “vuracak-bitirecek.” Belki bu girişinde de, daha önceki 24 kez giriştiği sıcak takiplerde olduğu gibi başaramayacak, tam temizlik yapamadan geri dönecek.

Fakat durmayacak.

26’ncı kez girecek.

27’nci kez.

100’üncü kez girişinde bitiremezse, Türk Ordusu 1000’inci kez Kuzey Irak’a girecek ve vuracak. Bu noktaya geldi, söylenecek laf kalamadı. Çünkü her şehit verişte Türkiye’nin bütün halkı; “Şehitler ölmez. Vatan bölünmez” diye ayağa kalkıyor.

Türkiye bölünmek istemiyor.

Bir avuç!

Tek bir avuç!

Toprak vermek de istemiyor. Türkler kardeşleriyle çatışmaktan, vuruşmaktan, kanlı düşman olmaktan da yana değil.

***

Kürt kardeşlerimiz, “kendimi Kürt hissediyorum” diyen arkadaşlarımız; bizden küçüklerimiz, bizden büyüklerimiz, bizden akıllı ve bilgili olanlarımız; dostumuz, komşumuz, hemşehrimiz, köylümüz; kirvemiz, kız aldığımız-kız verdiğimiz, hısım olduğumuz, aynı Allah’a ve aynı peygambere inandığımız dindaşlarımız şunu bilesiniz: 13 Türk Ordusu askerinin (7’si Doğu Anadolu doğumlu) Gabar Dağı’nda yani kendi vatanının dağında şehit edilmesiyle sonuçlanan o pusu aslında size kurulmuştur.

Sizi koparmaya!

Sizi ayırmaya!

Sizi; “Avrupa’nın 28 ülkesi PKK’yı tanıyor. ABD destekliyor. Silahlandırıyor, C3 ve C4 patlayıcı veriyor; patlayan ve patlamayan, yakalanan ya da yakalanmayan yüzlerce kiloluk bombaları, sayısı 125 bine kadar çıkan meşhur Glock tabancayı, günümüzün en kahpe öldürücüsü olan mayınları, hava savunma silahlarını, PKK’nın sahip olduğu söylenen tankını, Kuzey Irak’a ABD yığıyor ve bu öldürücüler sınırı geçerek Türkiye’ye sevkediliyor. Gittikçe strateji artıran ve PKK’ya Türkiye toprakları içinde “alan hakimiyeti” kazandırmak isteyen bu destekle bölünme gerçekleşir, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Türkiye Cumhuriyeti’nden kopar, ABD kuklası Barzani ile büyük Kürdistan kurulur, Abdullah Öcalan İmralı Hapishanesi’nden çıkartılır, Diyarbakır eyaletine vali yapılır” umudunu taze tutmaya çalışarak sizi aldatıyor.

***

Kürt kardeşlerimiz.

Tuzağa düşüyorsunuz.

PKK’yı koruyorsunuz.

Çocuklarınıza söz geçirmiyor, bölücü terör örgütüne asker veriyorsunuz. PKK kanla besleniyor. Çocuklarınızın kanıyla… Seçip Meclis’e gönderdiğiniz DTP’li milletvekilleri, PKK’nın bu eylemlerini kınamıyor, PKK ile aynı dili konuşup, aynı tavrı yükseltiyorlar. Kuzey Irak’ta iş yapmakta olan ve çoğunluğu Doğu ve Güneydoğu Anadolulu patronlara ait inşaat şirketlerinin şantiyelerinde PKK’lı militan liderleri yatırılıyor, ağırlanıyor, bakılıp besleniyor diye haberler bana bile geliyor.

Kürt kardeşlerimiz!
Gabar’da pusu kuruldu.
13 Mehmetçik şehit oldu.
Bu pusu size kuruldu.
Kuytu pusu!
Sinsi pusu!
Gaflete düşüren pusu!
Kardeşim!
Senin elinde.
Pusuyu yarabilirsin.

Necati Doğru

Şerefsizlerin KAN parası

15 genç. Eskiden yaşları benden büyük olurdu, şehit edilenler genç değil de, vatan için ölmeyi göze almış baba yaşında kocaman kocaman ADAM’lar gibi gelirdi. Adamlıklarında değişen birşey yok ama yaş 18,19,20. Artık benden de gençler. Ama onların kendileri de, kanları da en adamından daha aziz ve daha şerefli!

Bi de onları pusuya düşüren ŞEREFSİZLER, kanı bozuklar. Dağlarda yılan gibi yuva yapmış sinsi sinsi dolaşan çiyanlar. Mübarek ramazan günü ocaklara ateş düşüren, ramazan bayramımızı kana bulayan ŞEREFSİZLER. Ankara’da ve diğer metropollerde yaşayan PKK yandaşı şerefsizlerin açtığı websitelerinde, şehit diye anılan it sürüleri!

Silahı tutanlar bunlar olsa da, bunlara silah tutturanlar, işte onlar. Diyelim, Türkiye’de elinizde güç var, çıkıp demokrasi ve sosyal adaleti göz önünde bulunduracak insanlara verirseniz bu güç neye dönüşür? Adil bir sistem, haklı bir yapı kurulur, insan gibi yaşamayı hedefleyen bir toplum olur. Tutup Aladdin Çakıcı’ya veya onun kalemi insanlara verirseniz ne olur? O zaman da gaspın, haracın önünü açarsınız, mafyanın tohumunu atarsınız her tarafa. Şu anda Talabani olsun, Barzani olsun bu itlerin eline gücü veren kim? Amerika. Amerika bunların ne olduğunu bilmiyor mu? Sizin bizim bilemediğimizin en ince detayına kadar biliyor. Neden veriyor? Denge ve kontrol politikası. İran’ın, Türkiye’nin, Suriye’nin hele bi de Irak’ın ittifak ettiğini düşünsenize. Amerika’nın hali nice olur? İran, Amerika petrolünün % bilmen kaçını sağlıyor, Irak Dünyanın petrolünün bilmem kaçını sağlıyor. Büyük oyunlar, hain tuzaklar… Maalesef sinirlerime hakim olamıyorum, onun için burada bırakıp youtube’dan bir vidyo ekliyorum.

PKK CATISMA HELIKOPTERDEN CEKİLMİŞ PKK LEŞLERİ

Çok değerli Avrupalı dostlarımız!

Türkiye, Fransa’da yakalanıp tutuklanan PKK’nın Avrupa’daki ikinci kasası olarak bilinen “Çukurcalı Behzad” kod adlı Nedim Seven’in iadesini istedi. Türkiye’nin bu talebini dikkate almayan Fransa, Seven’in Kuzey Irak’a kaçmasına göz yumdu. Seven’in Bağdat’a iletilen iade talebine de olumlu yanıt gelmedi.

PKK’nın Avrupa’daki finans kaynaklarını yönetmede bir numaralı isim olan Rıza Altun da, geçen temmuzda Avusturya tarafından Erbil’e gönderilmişti.

Irak Kürdistan Bölgesel Başkanı Mesud Barzani, Türkiye’nin her iki isimle ilgili iade talebinde bulunması üzerine, kendi bölgesindeki PKK’lıları Türkiye’ye iade etme gibi bir düşüncesinin olmadığını, Bağdat merkezi yönetiminin Ankara ile yaptığı anlaşmaların kendisini bağlamayacağını söylemişti.

Ermeni Yasatasarısı ahlaksızlığında son nokta

Haberlerden okuyup gündemi takip edince, şu anda amerikada takınılan tavrın insanın kanına dokunmaması mümkün değil. Demokrat diye geçinen kanı bozuklar, ermenilere yakın olmak ve onların lobisinden uzun müddet aldıkları paraların karşlığını ödemek için yasa tasarısını oyladılar ve 27-21 geçirmeye başardılar. Meclis başkanı konumunda olan Nancy Pelosi bu yasa tasarısının başını çekenlerden. Olayların bu şekilde gelişmesi, Bush ve onun partisi olan Cumhuriyetçileri, Türkiye’nin Irak’a gönderilen kargonun %70’i için kullanılmasından dolayı çok endişelendiriyor. Bu arada Türkiye’nin Irak savaşında bu kadar önemli bir rol aldığını bu haberler çıkınca öğrendik. Irak’a gönderilen, cip askeri mühimmat ve neredeyse bütün herşeyin toplamda %70 ya İncirlik kullanılarak yada Türkiye’nin hava sahası kullanılarak Irak’a ulaştırılıyor. İş böyle olunca Bush ve yanındakiler Türkiye’nin bu stratejik durumundan dolayı, Ermeni soykırımı diye birşey yoktur demek yerine, çok acı olaylar yaşanmış çok büyük miktarda Ermeni öldürülmüştür ama bu kararın meclisten geçirilmesinin hiç zamanı değildi diye karşı çıkıyorlar.

Bugün temsilciler (milletvekili) meclisi başkanı Nancy Pelosi, insanın bütün kanını tepesine çıkartan bir açıklama yaptı:

“The Turkish government will not act against the United States because that would be against their own interests,” he told CNN. “I’m convinced of this.”

“Türkiye hükümeti Amerika birleşik devletlerine karşı hareket e t m e y e c e k t i r çünkü bu kendilerinin aleyhinde olur” ve ekliyor “Bundan eminim.”

Şu karaktersizliğe ve basitliğe bakar mısınız! Bu insanlar yakında yapılacak seçimde büyük bir oy almayı ve ABD’nin başına geçmeyi planlıyorlar.

Bunun yanında dünkü Hürriyet yada Milliyet gazetelerinden birisinde, Tom Lantos isimli bir senatörün ismi geçiyordu. Sözde onun seçim bölgesindeki türkler 3000$ toplayıp seçim kampanyasına yardım etmişler. Böyle bir karara destek vermesine çok şaşırıyorlarmış. Amerika’da yaşayan türk arkadaşlar, ŞAKA MI YAPIYORSUNUZ? 3000$ nedir arkadaş! Hepimiz bu adamların aldıkları paranın yanında 3000$ çerez parası gibi bişey olduğunu biliyoruz. Ermeni iş adamları sırf lobi faaliyetleri için 100,000$ hatta milyon dolara yakın paralar harcıyor. ABD böyle bir yer, Washingtonda senatörlere para yedireceksiniz. Seçim zamanı geldiği zaman, seçim kampanyalarına destek vereceksiniz. Aaaa ne ayıp olur mu böyle birşey diye yok, adamlar kendi ağızlarıyla ABD’nin politikaları para gruplarının ve lobicilerin insiyatifinde ilerliyor diye radyo programlarında sesli olarak dillendiriyorlar. Bush, seçimden sonra en çok destek aldığı Texas’a ve orada bulunan büyük para babalarına destek çıktı diye Türkiye’de çok eleştirildi. Ahlaki kıstaslarla değerlendirdiğiniz zaman uygun bir durum değil ama bu adamların düzeni bu şekilde kurulmuş. Seçim kampanyaları için 10 larca milyon dolar harcıyorlar, bunların bir kısmı devletten kalanın büyük bir kısmı, seçimde kazanması halinde karşılığını ödemek için söz verdikleri büyük para babaları tarafından destekleniyor. Bir gece düzenliyorlar, 3 milyon dolar, 4 milyon dolar para topluyorlar. O parayı verenler bunun karşılığını almaz mı? Tabiki alıyor.

Sen şimdi bu oyunun kuralını bilmeyeceksin, 10larca yıl Ermeni yasa tasarısıyla ilgili hiçbir lobi faaliyeti yapmayıp, Amerikalıların samimi (!!) duygularına güveneceksin sonra karşına dikilip tokat gibi bu yasa tasarısını geçirdiklerinde kızacaksın, rest çekeceksin. Türkiye lobi faaliyetleri için 300,000$ para harcıyormuş. Şimdi şöyle düşünün; dininiz, imanınız para, mal mülk. Karşınıza bir tanesi geliyor, ben sana 2 milyon dolar veririm ama senden şunu yapmanı rica ediyorum diyor. Sonra başka birisi geliyor, ben sana 300,000$ veriyim 2 milyon dolar veren adamın teklif ettiği işi yapma. Hmmmmmm, yapma yaw! demez mi bu adam?! Türkiye’nin Amerikada yaptığı bu maalesef, Türkiye içinde hortumcular, sahtekarlar her türlü saçmalık için paraları savururken, Türkiye’nin dünya politikalarında, en önemli kürsülerde söz hakkı sahip olması, güç kazanması için 1 milyon dolar çok gözüküyor. Dünkü pislik Ermenistan bugün karşımıza çıkıp bizi sarsıyor, tokatlıyor. Neden? Adamlar 50 yıldır, 60 yıldır devamlı bu işe para akıtıyor. Türkiye aleyhinde çıkan tasarıya bakarsanız, Amerika meclisinde ta 1920 lerden itibaren devamlı Ermeni konusunu gündeme getiriyorlarmış. Türkiye’nin Ermeni lobisine karşı birşeyler söylemesi 1960 lara dayanıyor. O da devlet kanalıyla değil, Chicagoda yaşayan bazı türk girişimcilerin kendi çabalarıyla oluyor.

Umarım aklımızı başımıza toplarız ve aptal delikanlı havalarını bırakıp, oyunları kurallarıyla ve akılcı oynamaya başlarız.

Ermeni Yasatasarısı ve MSNBC Anketi

Amerikan senatosunun dış işleri komisyonundan geçirilen Ermeni soykırımı yalanlarıyla ilgili yazmak istediğim birçok şey bulunuyor ama bu yazıda detaya girmek istemiyorum. MSNBC Amerika’nın Ermeni soykırımı tanıması hakkında ne düşünüyorsunuz diye açtığı bir anket bulunuyor.

http://www.msnbc.msn.com/id/21253084/

Should the United States formally recognize the World War I-era killing of Armenians as genocide?
(Amerika Birleşik Devtleri 1. Dünya savaşında öldürülen ermenileri, resmi olarak katliam olarak tanımalı mı?)

Yes. Many scholars agree that the Ottoman Turks systematically killed up to 1.5 million Armenians. Other countries have recognized this as genocide. The U.S. should do the same.
(Evet. Çoğu bilgin, Osmanlı Türklerinin 1.5 milyon ermeniyi sistematik olarak öldürdüğünü düşünüyor. Bunu soykırım olarak kabul eden başka ülkeler de var, ABD’de aynısını yapmalıdır.)

(Bunu seçmelisiniz) No. Historians continue to debate whether the deaths were genocide. Besides, Turkey is too important an ally to alienate when the U.S. has troops in the Middle East.
(Hayır. Tarihçiler, bu ölümlerin soykırım olup olmadığıyla ilgili tartışmaya devam etmeliler. Bundan da önemlisi, Türkiye ABD’nin Ortadoğudaki askeri varlığı için çok öneme haiz bir müttefiği.)

I’m not sure.
(Kararsız).

Türkiye ekonomisi,felaket kapımızda

Gazetelerde ve medyada olur olmaz o kadar çok şey için felaket senaryosu yapıldı ki, artık ‘felaket’ kelimesinin ifade ettiği gerçek mana ve üstümüzde oluşturması gereken etki yerini bulmuyor. Manasını algılayabiliriz, algılayamayız durum ayrı ama Türkiye için ekonomik bir felaket kapıda. Bunu 1 yıldır söyleyip duruyorum, kendimi de felaket tellalı gibi hissetmeye başladım ama insan gördüğünü başkalarının da gördüğünü görünce dayanamıyor ve söylemeye başlıyor. Nedir beni böyle felaket felaket diye yazdıran. Olayın tek açıklaması, Ü R E T M İ Y O R U Z. Yapılmışı var onu alalım, olmuşu var onu alalım. Bütün bir millet bu zihniyette olursa, herşey tüketime endekselenirse, enflasyon bi düşse hemen bişeyler alsak hesabına girerse, felaket kapıda değildir de nerededir Allah aşkına? Vatan gazetesi Yiğit Bulut bugünkü köşesinde duygularıma çok güzel tercüman olmuş. Türkiyedeyken tvlerde devamlı İstinye’de açılan devasa alışveriş merkezinden bahsediliyordu. Eeee? Bütün dünya markaları ordaymış, başka hiçbiryerde bulamayacağınız dünya markaları geliyormuş. Yahu arkadaş, dünya markaları dedin malı uzaylılar mı üretiyor? Dünya’nın öbür tarafındaki senin gibi 2 eli 2 ayağı olan başka bir insanoğlu üretiyor. Onun ürettiğini satın alarak ne yapıyorsun, ‘arkadaş sağol teşekkür ederim, al sana şu kadar para ben de daha çok para var’ diyorsun. Çünkü o adam senin ürettiklerini satın almıyor. Devamlı sen ondan satın alıyorsun. Yiğit Bulut da bu noktayı çok güzel değerlendirmiş. Bakınız:

Sevgili dostlar, bir ülkede; dev alışveriş merkezlerinin açılması, düşen kurla birlikte ucuzlayan ithal markaların sokak başlarına kadar satış ağlarını genişletmeleri, o ülkenin halkının “ben ne üretiyorum” kısmını sorgulamadan “düşen kurun da kendine kattığı ekstra alım gücü” ile “tüketim çılgınlığına kapılması ve bunu bir de dünyanın en yüksek faizi ile yabancı kaynaklardan, onların Türkiye’deki bankalarından borçlanarak” yapması: o ülkenin “uçuruma doğru” sürüklenmesidir…

Ne güzel değil mi? Bir ülkeye para sokarak finansal pozisyon açıyorsunuz, soktuğunuz para ile kuru aşağı basarak açtığınız pozisyonun karına düşen kur farkını ekliyorsunuz; düşen kur ile sattığınız malın miktarını artırıyorsunuz ve o ülke, bazı akıllılar “100 milyar dolar ihracat yaptık” diye şov yaparken; her 1 dolarlık ihracata karşı 1,2 dolarlık ara malı ve 1,5 dolarlık toplam ithalat yapar hale geliyor… Bunun adı da “ekonomik mucize” oluyor…

Kimse kusura bakmasın ama daha önce defalarca anlatmaya çalıştığım gibi yine bu “sahte” düzene ve bu “sahtekarlığa” sessiz kalamayacağım. Sürüye katılıp, elimde “pembe boyayla” size yalan söyleyemeyeceğim. Ülke “sıcak para destekli” bir alım ile “bütün ekonomik refleks noktalarını” kaybettiği gibi “yabancı para”, soğuk suya atılıp yavaş yavaş “alışarak ölen” kurbağa etkisiyle; ülkeyi, “aşırı karlar elde ettiği bir ortamda” felakete sürüklüyor, içini boşaltıyor. Bunun adı mucize falan değil, bunun adı “çaresizlik”, “acizlik”…

Şu anda üretmeyen Türkiye, para tacirlerinin sunduğu geçici hayallerle derin derin uyutulup elinde avucunda ne varsa sömürülüyor. 3-4 yıl evvel televizyonlarda hep IMF bizi sömürüyor, şöyle yapıyor böyle yapıyor diye yaygaralar kopuyordu. Şu anda Türkiye’de dönen dolaplar, IMF’in yaptığının en az 4-5 katı. Japon ev hanımları gelip milyoner olup çıkıyorlar, var mı böyle vaha gibi bir ülke?

Çözümsüzlük çare değil, ne yapabiliriz? Bir bilgisayar mühendisi olarak, internette büyük bir imkan görüyorum. Koca koca fabrikalar, tesisler kurmadan milyonlarca dolar türkiye’ye para girişi sağlayabiliriz. Nasıl? Şu yazılara bir göz atınız:

IT Devrimi ve Biz -1
IT Devrimi ve Biz -2
Freelancerlik
Para kazanmak isteyen programcılara

Bunların yanında İNGİLİZCE websiteleri açarak Google Adsense gibi reklam hizmeti sunan firmalara reklam hizmeti sunmak ve bununla milyar dolara yakın Türkiye’ye para girişi sağlanması.

Hasret Girdabı

Bir ışık, bir iz…
Nefesin ensemde
Korku oldun artık içimde
Her an arkamdan gelen bir gölge
Kafamın akvaryumuna hapsolmuş bir düşünce
Kalbimin kilidine sinmiş bir hayal

Korkuyorum hatırlamaktan
Deliriyorum unutamamaktan
Gölgeler, karanlıklar, boşluklar
ve sen düşersin ortaya alev gibi
Bedeninin kokusu sarar şehri
Yüzündeki gülümsemenin gölgesi düşer
Kokunu bilirim, tanırım uzaklardan
Gülüşün zaten burdaydı biraz evvel
Omzumdaki başın hafifler önce
Sonra hafifçe kalkar, baska yöne bakmaya başlar
Baktığın noktaya doğru gülümser
Ve başka omuzlara dogru hafifçe gidersin

Olmuyor, olmuyor olmuyor!
Buruşturup atmalıyım bu kağıdı da
Şiirsellikler kurtarmıyor düşünceleri
Tıpanın tıkadığı küvet gibi
Gelip tıkanıyorum süzgeçlerinde hafızanın
Sarıyor kaset yeni baştan
Al geriye; yaz, yönet oyna
Neydi, nasıl oldu, neden oldu
Neden olmadı, nasıl olmadı, olamaz…
Ve zaman…
Bol olduğunda sıkan, olmadığında çıldırtan
Hapisde asır, eğlencede saniye
Hafızanın kırbaçlarında bitmeyen bir işkence

Ahmet Türk akıllı OL!

Ahmet Türk meclise girdi. Dakika bir gol bir, bakalım ne demiş:

Ahmet Türk

Birileri istiyor diye PKK’ya terörist diyemezmiş. Kimdir o birileri? Kara Kuvvetleri Komutanımız yani asker. Ahmet Türk; onu sadece asker söylemiyor. Ben de söylüyorum, Türkiye’de yaşayan milyonlarca vatandaş da söylüyor. Geçtiğimiz hafta Kan Uykusu belgeselini baştan sona izledim, ondan sonra sitede yayınladım. Sadece o belgesele konu olan kısımda 10’larca şehidimiz var. Bunların anneleri babaları için çıkacaksın TV’lerin karşısına ERKEK gibi, ADAM gibi; PKK TERÖRİST ÖRGÜTÜDÜR diyeceksin. Laf salatası yapmadan, biz kan dökülmesin istiyoruz safsatasına girmeden. PKK terörist örgütüdür, İmralıdaki kansız bebek katilidir, dağlardaki kansız terörist bozuntularının başıdır diyeceksin. Bunu Genelkurmay söylüyor diye değil, ben söylüyorum diye de değil, Türkiye’de yaşayan 70 milyon insan diyor diye söyleyeceksin.

Ahmet Türk efendi bunu demekle de yetinmemiş. Siirtte öldürülen leşlerin, kimyasal silahla öldürüldüğünü iddia etmiş. Ee? Yani? Bu Ahmet Türk efendiyi niye geriyorki? Öldürülemezmiş. Dünya barış gününde terörist köpekler öldürülemezmiş. Neden? Çünkü Ahmet Türk ve grubundaki DTP insanları daha fazla kan dökülmesini istemiyorlarmış. Bak sana bişey söylüyim Ahmet Türk. Genelkurmay DTP partisini düzenlediği geceye davet etmedi diye haberleri okuduğum zaman, doğrusu içerledim. Çünkü demokratik bir ortamda, sen de oy almışsın ve oy aldığın kişilere vekaleten o geceye çağırılman gerekir. Ama daha gün geçmeden, Siirtte öldürülen teröristlerin avukatlığını yaptığını duyunca, ne güzel de etmişler davet etmemekle demekten kendimi alamadım. Sen çıkacaksın askerimize silah sıkan, ateş eden, öldürenlere yandaşlık yapacaksın, ondan sonra da çıkıp “Genelkurmay ayrımcılık yapıyor” diyeceksin. Yok yaw! Karşında keriz mi var senin hacı?

Son söz. Aklınızı başınıza toplayın. PKK’ya terörist örgütüdür demeniz bize ne kazandırır? Hiçbişey. Size ne kazandırır? İşte o bak güzel bir soru. Tarafınızı belli edersiniz. Dağdaki 10 yüz baloncuk şerefsizin partisi olmaktan çıkıp, 70 milyona gerçek barışı getirmeye çalışanların partisi olursunuz. Yoksa Genelkurmayın verdiği resepsiyon sağdaki sıfır olur, hiçbir deliğe giremezsiniz. Karar sizin.

css.php